80. Yılında Hitler’in yıkılışı ve faşizm üzerine | Hüseyin Şenol
Emperyalizm; kriz, savaş, işgal ve sömürüdür. Bunun panzehiri ne “sağduyu siyaseti” ne de sistem içi çözümler değildir. Tek çare, halkların birleşik ve enternasyonal mücadelesidir. Emperyalizmin savaş politikalarına, ancak dünya emekçilerinin dayanışmasıyla karşı bir duruş inşa edebilir…
8 Mayıs 1945… Tam 80 yıl önce, insanlık tarihinin tanık olduğu en karanlık diktatörlüklerden biri olan Hitler faşizmi, yıkılarak tarihin çöplüğüne atıldı. Bu tarih, yalnızca bir faşist rejimin çöküşü değil; aynı zamanda halkların direnç ve kurtuluş mücadelesinin doruğa ulaştığı günlerden biriydi.
Bu yazımda tekrar “Faşizm nasıl gelir, nasıl gider?” sorusuna eğilmek istiyorum. Çünkü bu soru hâlâ güncelliğini koruyor; hem tarihsel bir ibret vesikası hem de bugünün dünyasına dair bir uyarıdır. Bu yüzden faşizmi anlamak, sadece geçmişle değil; gelecekle de doğrudan ilgilidir.
Faşizmin anatomisi: Sermaye sınıfının son kalesi
Faşizm, sıradan bir baskı rejimi değildir. Faşizm; finans kapitalin doğrudan diktatörlüğüdür. Halk sınıflarının direnişi karşısında burjuvazinin son savunma hattıdır. Hitler Almanyası da Mussolini İtalyası da, burjuvazinin iktidarını korumak için devreye soktuğu, örgütlü ve sistematik terörün adıdır.
Tarihte bu rejimler seçimle değil, silahla, dirençle, halkların omuz omuza mücadelesiyle yıkılmıştır. “Sadece” seçimle gelmemiştir, ama kesin olan; seçimle gitmemiştir. Bu temel gerçek, faşizmin devlet biçimi haline geldiği her durumda, sistemin anayasal çerçevesini bile ortadan kaldırdığı gerçeğiyle birlikte düşünülmelidir.
1933–1945: Vahşetin 12 Yılı
Hitler’in iktidara geliş tarihi olan 30 Ocak 1933, sadece Almanya’da değil, tüm dünyada bir karanlık döneminin habercisi oldu. Nazi iktidarı boyunca milyonlarca insan; komünistler, sosyalistler, Yahudiler, Romanlar, engelliler, muhalifler, işçiler, sanatçılar ya sürgüne gönderildi, ya hapsedildi ya da sistematik olarak katledildi.
1 Eylül 1939’da Polonya’ya saldırı, sadece bir işgal değil; tüm dünyanın kan gölüne çevrileceği 2. Dünya Savaşının fitilini ateşledi. Bu savaşta yaklaşık 65 milyon insan öldü, yüz milyonlarca kişi yerinden edildi. Yani emperyalist paylaşım savaşı, karakteri gereği tüm insanlık için ağır bir yıkım oldu.
Almanya’nın bölünüşü ve Batının iki yüzlülüğü
Savaş sonrası Almanya ikiye bölündü: Doğu Almanya, Sovyetler etkisiyle sosyalist bir cumhuriyet haline gelirken; Batı Almanya, ABD ve müttefiklerinin güdümünde yeni bir kapitalist devlet olarak kuruldu. Nazi döneminden kalan kadroların birçoğu Batı Almanya’da yeni kurulan devlet aygıtlarına entegre edildi.
“Legalleşemeyecek kadar kirli” faşist artıkları ise, ABD’nin yönlendirmesiyle Latin Amerika’da kontrgerilla savaşlarında kullanıldı. Bu, Batılı emperyalistlerin faşizme sadece savaşırken değil; onu gerektiğinde yeniden üretirken de nasıl destek verdiklerinin net göstergesidir.
En önemli noktalardan biri de, faşistlerin çoğunun devlet aygıtındaki görevlerinden uzaklaştırılmamış olmasıdır.
Sosyal demokratların rolü
Tarihsel olarak sosyal demokratlar, faşizmin yükselişine çoğu zaman seyirci kalmış, hatta dolaylı destek sunmuştur. 1930’ların Almanyası’nda sosyal demokratlar, komünistlerle ittifak yapmak yerine, “liberal kurumları koruma” adı altında Hitler’e giden yolu döşedi. Bugün de tüm dünyada benzer bir rol oynanıyor.
Türkiye’de de farklı olmadı, olmuyor. İktidardaki AKP-MHP’nin ve ortakalrının faşizan uygulamaları ile, muhalefetteki “sosyal demokratların, “muhalefetteki” faşist ve ulusalcı ırkçılara yakınlığı buna en iyi örnektir. CHP içinden bile çok sayıda beleye başkanı, milletvekili ve diğer alandaki sözcülerinin söylem ve davranışları da ortada.
SPD’nin Almanya’daki tutumu ile CHP’nin Türkiye’deki yaklaşımı arasında paralellikler var. Her ikisi de emperyalist sistemin sınırları içinde kalmaya dikkat eden, halkçı görünmekle birlikte radikal dönüşümlerden uzak duran partilerdir. ABD’nin politikalarına ve NATO’nun savaş aygıtına doğrudan ya da dolaylı destek vermekten çekinmemişlerdir.
“Sosyal demokratlar” bugün de tüm dünyada antifaşist mücadeleden ziyade, komünizme düşmanlığa devam etmekte.
Türkiye’de faşizm tartışmaları
Türkiye’de faşizm meselesi son yıllarda daha fazla gündemde. AKP-MHP iktidarı, baskıcı politikaları, toplumsal kutuplaşmayı derinleştiren hamleleri ve militarist söylemleriyle açıkça faşist çizgiye yakınlaştı. Ancak bir farkla: Henüz “faşist devletleşme” süreci tamamlanmadı.
Neden? Çünkü ne tekelci sermaye sınıfı bugünkü koşullarda böyle bir “radikalliğe” ihtiyaç duyuyor, ne de muhalefet, iktidarı tehdit edecek düzeyde bir mücadele yürütebiliyor. Devletleşmiş bir faşizm, muhalefete seçim kazandırmaz. Oysa seçimlerinin “kazanılması”, faşist diktatörlüklerin temel doğasıyla çelişir.
Bu nedenle, iktidarın faşizan karakteri olsa da, henüz kurumsallaşmış bir faşist diktatörlükten söz edemeyiz. Ancak bu, tehlikenin var olmadığı anlamına gelmez. Tam aksine, sistemin krizleri derinleştikçe bu yöndeki adımlar hız kazanabilir.
Dediğim gibi, sömürgeci oligarşik devletin şu anki temsilcileri, faşizan uygulamalarla “hala” yönetebiliyor. Devrimci muhalefet hala oligarşiyi ve şu anki temsilcisi hükümeti yıkmaktan çok uzak bir durumda. Radikal sıçrama da bizzat CHP eliyle geriletiyor, kitleler, bizzat Kemalist yapı çevresine ve hatta içine çekiliyor. Ve maalesef buna sadece reformist kanatlar değil, sağa kayan çok sayıda sosyalist oluşumlar da hizmet ediyor.
Son “ayaklanmada” yaşanan da budur; “İmamoğlu savunması”, parti içi güç savaşına yeniden yerini bırakmıştır.
Ukrayna Savaşı: Yeni bir emperyalist paylaşım savaşı mı?
24 Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı, klasik emperyalist yayılmacılığın modern bir örneğidir. Elbette ki bu savaşın sorumlusu yalnızca Rusya değildir. ABD, NATO ve Batılı emperyalist güçler, Ukrayna’yı silahlandırarak, Rusya’nın genişleme arzusuna zemin hazırlayan politikalar izlemiştir.
Bu savaş, “Doğu’ya karşı Batı” değil; sermayenin kendi iç çelişkilerinden kaynaklanan, çok merkezli bir yeni paylaşım kavgasıdır. Filistin, Kürdistan, Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’da da süren gerilimlerle birlikte düşünüldüğünde, 3. Dünya Savaşı’nın ayak seslerini duymamak mümkün değil. Tüm dünyada emperyalizmin kirli senaryosu işliyor.
Bana göre de, 3. Dünya Savaşı hiç olmadığı kadar yakın ve insanlık bu çılgın gidişata dur demelidir.
Emperyalizmin panzehiri: Halkların ortak direnişi
Emperyalizm; kriz, savaş, işgal ve sömürüdür. Bunun panzehiri ne “sağduyu siyaseti” ne de sistem içi çözümler değildir. Tek çare, halkların birleşik ve enternasyonal mücadelesidir. Emperyalizmin savaş politikalarına, ancak dünya emekçilerinin dayanışmasıyla karşı bir duruş inşa edebilir…
ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, Rusya, Çin ve dünyadaki emperyalistlere karşı durmak, savaşa, faşizme ve genel olarak kapitalizme karşı durmak insanlığın kurtuluşuna hizmettir.
Bugün artık şu ilkeyi daha güçlü haykırmanın zamanıdır:
“Senin emperyalizmin, benim emperyalizmin yok! Emperyalizm insanlığın düşmanıdır!”
Son söz: Faşizmle mücadele sandıkta bitmez
Sandık önemlidir ama yetmez. Faşizme karşı mücadelenin nihai zemini; sokakta, fabrikada, okulda, mahallede, silahlı-silahsız çok yönlü ve donanımlı örgütlü halk hareketlerinde yatar. Silahlı mücadele faşizme karşı önemlidir. Bugün geçmişten alınacak en önemli ders budur.
80 yıl önce Hitler faşizmini yıkan, halkların birleşik silahlı mücadelesiydi. Aynı güç, bugün de emperyalizmi ve onun faşist uzantılarını durdurabilecek tek gerçek kuvvettir.
Hüseyin Şenol – 07.05.2025