Barış göründü, maskeler düştü | Hüseyin Şenol
•Bugün barışı savunmak cesaret istiyor. Çünkü savaş, birçoklarının konforu. Barış geldiğinde, hesap vermek zorunda kalacakların sayısı az değil…
• İYİ parti gibi faşist partiler, Ümit Özdağ gibi faşist politikacılar, Sözcü gibi ırkçı Kemalist gazeteler, Nedim Şener gibi ulusal faşist gazeteciler ortamı zehirliyor…
Başta bölgemizde ve ülkemizde olmak üzere, emperyalizmin ve sömürgeciliğin neden olduğu dünyanın dört bir yanında yükselen çatışmalar ve savaşların yarattığı kaygıların, belirsizliklerin gölgesinde yaşıyoruz. Kimi zaman bir haber başlığı, kimi zaman sokakta karşılaştığımız bir bakış bile içimizde derin bir tedirginlik yaratabiliyor. Oysa insanlık olarak asıl ihtiyacımız olan, bu karanlığı delen bir ışık: cesaret ve sevinç. Barışı inşa etmek istiyorsak, önce zihnimizde ve kalbimizde korkulara değil, umut verici duygulara yer açmalıyız.
Bu yüzden diyorum ki: Barış için; korkuları değil, cesaret ve sevinci ön plana çıkaralım. Çünkü korku bizi ayırır, cesaret ise birleştirir. Sevinç bulaşıcıdır; yayılır, çoğalır ve bir halkayı bir diğerine bağlar. Belki de en çok ihtiyacımız olan şey, tam da budur: Korkmadan sevinmek, yılmadan cesur olmak… Ve barışın tohumlarını, her gün yeniden bu duygularla ekmek.
Barışın gölgesinden korkanlar
PKK, 12. Kongre’nin sonuç bildirgesini açıkladı. PKK sonuç bildirgesinde, “Önder Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat tarihi açıklamasıyla başlayan süreç, yaptığı çok yönlü çalışmalar, değişik tarzlarda sunduğu perspektifler ışığında 5-7 Mayıs tarihleri arasında toplanan 12. Parti Kongremiz başarıyla tamamlandı” denildi.
Açıklamada partinin çalışmalarına son verdiği da ilan edildi. Ve zaten gündemden düşmeyen “sorun”, “sağlı-sollu” yeniden yoğun olarak tartışılmaya ve değerlendirilmeye başlandı.
Türkiye’de barış kelimesi telaffuz edildiğinde bir yerlerde korkular tetikleniyor. Çünkü bu ülkede savaş, yalnızca bir güvenlik meselesi değil; aynı zamanda bir sistemin bekası için işleyen bir mekanizma. Bugün barış konuşulmaya başlandığında ulusalcı kesimlerden yükselen “bu bir oyun”, “Erdoğan’ın yeniden adaylık planı” ya da “anayasa tuzağı” gibi söylemler, meselenin özünü bulandırmaktan başka bir anlam taşımıyor.
Evet, Erdoğan ve iktidarı barışı bir araç olarak kullanabilir. Ama asıl mesele, halkların barışa ve özgürlükçü bir anayasaya sahip çıkıp çıkmayacağıdır. Bir anayasa değişikliği olacaksa, bunun için halktan onay alınacak. Ulusalcılar barışa değil, halkın iradesine güvenmiyorlar.
Lozan fetişizmi ve tarihsel paranoya
Lozan yeniden gündemde… Ulusalcılar “Lozan elden gidiyor” diye bağırıyor. Oysa bu bağırış, 100 yıllık korkuların yeniden hortlatılmasından ibaret. Lozan, bu ülkede egemenliğin değil; inkârın, sürgünlerin ve asimilasyonun perdesidir. Bugün barışa dair her girişimi “ihanet” olarak damgalayan zihniyet, Lozan’ın perdesine sığınıyor. Fakat bu perde, artık halkları görünmez kılmaya yetmiyor.
Önemli bir gerçeğin altını çizmek gerekiyor; sorunun çözümünü sadece Devlet Bahçeli ve Tayyip Erdoğan değil, sömürgeci devletin bizzat kendisi istemektedir, istemek zorunda kalmıştır. Bu bugünkü temsilcileriyle, yani AKP-MHP iktidarıyla yürütülmektedir. Oligarşik devletin iktidarda diğer temsilcileri de olsa süreç bu şekilde işleyecekti. Durum ve gerçeklik bundan ibarettir.
Sansür her yerde: Savaşta, medyada, muhalefette
Barış süreci yalnızca devletin ya da silahlı aktörlerin değil, medya ve muhalefetin de turnusolüdür. Ulusalcı basın, “barış” kelimesine bile tahammül edemezken, yurtsever ve anti sömürgeci medya da sürece dair eleştirilere yer vermemeyi tercih ediyor. Sansür çift taraflı işliyor. Oysa eleştiri, barışa karşı olmak değildir. Aksine, süreci sağlıklı yürütmenin önemli bir koşuludur.
Hatırlayın, seçim sürecinde “Kılıçdaroğlu’na destek yok” diyen bazı dostların sesi kısıldı. Sadece devlete değil, kendi içimizdeki otosansüre de karşı çıkmalıyız. Yoksa, eleştirdiğimiz kesimlerin konumuna düşeriz.
Faşist medya, faşist hükümet, faşizan duygular
Bugün “şehit kanı yerde kalmasın” diyenler, bir kez olsun halk savaşçısının, bir annenin yitirdiği gerillanın kanı için aynı duyguyu gösterdiler mi? Göstermezler. Çünkü onların adaleti, sadece devleti kapsar. Faşizmin bir tanımı da budur zaten: Kendinden olmayanı insan yerine koymamak.
İYİ parti gibi faşist partiler, Ümit Özdağ gibi faşist politikacılar, Sözcü gibi ırkçı Kemalist gazeteler, Nedim Şener gibi ulusal faşist gazeteciler ortamı zehirliyor…
Savaş güzellemesi yapan medya organları, televizyonlar ve faşist örgütlenmeler sadece propagandaya değil, insanlığa karşı işlenmiş suçlara ortaklık ediyorlar. Bu nefret aygıtları kapatılmalı, sorumlular yargılanmalıdır.
PKK ve silahsızlanma: Gerçekçi bir çerçeve
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Başkanı Tuncer Bakırhan’ın belirttiği gibi, PKK silah bırakma konusunda dünyada eşi benzeri olmayan bir yaklaşım sergiledi. Ancak örgüt yöneticileri, devletle hiçbir temas olmadığını, “kayıtsız şartsız silah bırakmanın yok edilmeye davetiye çıkaracağını” açıkça ifade ediyor.
Barış istiyorsak, bunun zemini müzakere ile oluşmalı. Dayatma değil, karşılıklı güven inşa edilmelidir. Sözler yetmez; pratik adımlar gerekir. Bu, yalnızca Kürt hareketinin değil, devletin ve toplumun da sorumluluğudur.
Ulusalcılık: Dün sömürgecilikti, bugün de öyle
Bugün kendini sol olarak tanımlayan ama “barış” denince sağa kayan birçok kesim, aslında faşizme karşıymış gibi yapıyor. Bahçeli’nin Sırrı Süreyya Önder’in tabutuna dokunması, yalnızca bir şov değil, aynı zamanda barışa göz diken faşizmin nasıl “şefkat maskesi” takabileceğini gösteriyor.
Ama biz biliyoruz: Faşizm şefkat değil, caniliktir.
Bahçeli ve genel olarak faşizm güzellemesi yapmaktan vaz geçilmeli. Bahçeli değil, baştan beri “devlet” devrede.
Sırrı Süreyya Önder sadece Gezi’nin değil, barışın da Sırrı’dır. O, dozerin önüne dikildiği gibi, barış sürecinin de önüne dikilen nefrete karşı barikattı. Onun anısını yaşatmak, sadece bir vefa değil, aynı zamanda mücadele kararlılığıdır. Bazı söylemlerine eleştirel yaklaşmış olsam da, O barışın sesi olduğu için sevildi; şimdi de o sesin susmaması gerekiyor.
Marx ve Lenin’den sosyalistlere çağrı
Yazımın sonuna doğru sosyalistlere de çağrıda bulunmak istiyorum; Sosyalistler, amasız fakatsız, ezilen ulustan yana olmalı ve onun çıkarlarını savunmalıdır. “Sınıf” diyerek ulusal sorundan kaçmak, sosyalizmden kaçmaktır. Ulusal kurtuluş devrimcidir ve proleterya sosyalistlerinin birinci dereceden sorunudur.
Bu konuda, Marx ve Lenin ne diyor? Burada, tüm meseleyi çok net anlatan çok kısa birer alıntıyla yer vermek istiyorum.
Marx, 1869’da Engels’e yazdığı bir mektubunda şöyle der: “İrlanda, İngiltere tarafından fethedildi, ezildi, zincirlendi… Bir ulusun başka bir ulusu ezdiği bir yerde, ezilen ulusun özgürlük mücadelesini desteklemek, sosyalistlerin görevidir.”
Lenin, “Sosyalistlerin Ulusal Sorundaki Görevleri Üzerine” şöyle der: “Bir ulusun bir başka ulusu ezdiği koşullarda, ezen ulusun sosyalistleri, ezilen ulusun ayrılma hakkını açıkça ve kararlılıkla savunmalıdır.”
Süreç, sorgulama ve sorumluluk
Evet, süreç karmaşık. Evet, Erdoğan’ın çıkarları olabilir. Ama barışın, anayasa değişikliğinin, silahların susmasının halklar için taşıdığı değeri bu kadar kolay değersizleştiremeyiz. Eğer eleştiri yapılacaksa, “neden anadilde eğitim hâlâ yok?” diye yapılmalı. “Neden bir yandan görüşme yürütülüyor, diğer yandan savaş ve baskılar sürüyor?”, “Neden Kürdistan dört parçada da hala sömürge? diye sorulmalı.
Devlet daha somut adımlar atmalı ve muhatapları “bizim taraf” da daha net açıklamalarda bulunmalıdır. “Süreç” daha şeffaf yürütülmelidir.
İlk etapta, sömürgeci askeri tüm uygulamalar kaldırılmalı, “güvenlikçi” yaklaşım terk edilmelidir. Tutsaklar serbest bırakılmalı, anadilde eğitim hemen mümkün olmalı, kayyum uygulamaları iptal edilmeli ve tüm sürgünlere dönüş yolu açılmalıdır, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve tüm tutsaklar üzerindeki tecrit kalmalıdır, Kürdistan’ın diğer bölgelerine de operasyon ve saldırılar durmalıdır. Liste bu kadarla da sınırlı değil tabii ki; tüm sömürgeci uygulamalar hızla terk edilmelidir.
Bugün barışı savunmak cesaret istiyor. Çünkü savaş, birçoklarının konforu. Barış geldiğinde, hesap vermek zorunda kalacak olanlar çoğalır. Bu nedenle “barış göründü” ya, korkular da büyüdü. Ama biz korkmayacağız. Çünkü biliyoruz ki: Barış, döne döne hakikat olur. Ve bir gün, o gerçek barış, halkların elleriyle kalıcılaşacak.
Kahrolsun “sağlı-sollu” her türlü ve yönlü sömürgecilik!
Yaşasın halkların kardeşliği ve halkların kendi kaderini tayin hakkı!
Sömürgeci değil; ortak, eşit, sosyal ve demokratik cumhuriyet!
Hüseyin Şenol – 16.05.2025