Makaleler

Published on Mart 2nd, 2025

0

Barışa omuz ver! | Hüseyin Şenol


•Bugün gelinen noktada, silahlı mücadele sonuç vermiştir. Bu başarı, destan yazan Kürt halkının, partisi PKK’nin ve lideri Abdullah Öcalan’ın azimli mücadelesinin sonucudur. Kürt Özgürlük Hareketi, sömürgeci devleti masaya oturmak zorunda bırakmıştır…
•Devrimci sosyalistler olarak, ezilen ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını amasız fakatsız savunuyoruz…

Karl Marx’ın şu sözünü hatırlayalım: “Başkalarını ezen bir ulus, asla özgür olamaz.”

Bu söz, sadece tarihsel bir gerçekliği değil, aynı zamanda bugün yaşanan birçok sorunun da temel kaynağını açıklıyor. Eğer bir halkın özgürlüğü baskı altındaysa, eğer bir millet kendi kaderini tayin etme hakkına sahip değilse, orada ne demokrasiden ne de gerçek bir özgürlükten söz edilebilir. İşte bu nedenle, bugün barışa omuz vermek, hem Kürt halkının özgürlüğü hem de Türkiye’de demokrasinin gelişmesi için hayati önemdedir.

Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı (UKKTH), sosyalist hareketlerin temel ilkelerinden biridir ve hiçbir şekilde tartışmaya açık değildir. Bu ilkenin özü şudur: Ezilen bir halkın kendi devletini kurma hakkı vardır. Elbette, bağımsızlık tek seçenek değildir. Özerklik, federatif sistemler veya eşit ortaklığa dayalı yapılar da mümkündür. Ancak nihai karar, ezilen ulusun kendisine aittir.

Kosova, bu konuda önemli bir örnektir. 70’lerin başında “Cumhuriyet” talebiyle yola çıkan Arnavut halkı, süreç içinde bağımsızlığa doğru evrilmiş ve nihayetinde kendi devletini kurmuştur. Türkiye’de de benzer bir süreç işlemektedir. Kürt halkının talepleri ve mücadelesi, zaman içinde farklı aşamalardan geçse de nihai hedef, özgür ve demokratik bir gelecektir.

Bu durum kimin neyi nasıl yapacağına da çok bağlı.

Devrimciler için barışın anlamı

Devrimci sosyalistler olarak, ezilen ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını amasız fakatsız savunuyoruz. Bu, yalnızca bir etik veya insani bir duruş değil, aynı zamanda sosyalist hareketlerin tarihsel görevidir. Lenin’in de belirttiği gibi:

“Her nerede uluslar arasında zora dayanan bağlar görürsek, biz, her ulusun ayrılma gereğini vaaz etmeye asla kalkışmadan, her ulus için, kendi siyasal kaderini serbestçe tayin etme hakkını, ayrılma hakkını azimle ve kayıtsız şartsız savunuruz. Bu hakkı savunmak, tanımak ve ondan yana olmak, ulusların hak eşitliğini savunmaktır, zora dayanan bağlara karşı çıkmaktır ve bu yüzden de işçiler arasında tam bir sınıf dayanışmasını geliştirmektir.”

Sömürgeci Türk devletin Kürt halkına karşı yürüttüğü savaşın 100 yıllık bir geçmişi var. Bugüne kadar baskı, inkar ve imha politikalarıyla sorunu çözeceğini sanan devlet aklı, aslında bu politikalarla Kürt halkının özgürlük mücadelesini daha da güçlendirdi.

Ancak son dönemde yeniden bir “barış süreci” tartışması başladı. Sürecin ilk işaret fişeği, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Meclis açılışında DEM Parti sıralarına giderek tokalaşmasıyla atıldı. Ardından Bahçeli, Abdullah Öcalan’ın Meclis’e çağrılması gerektiğini söyledi ve “Eğer Öcalan, örgütün tamamen lağvedilmesi çağrısını yaparsa, yasal düzenlemelerle ilgili adımlar atılabilir.” dedi.

Bu açıklamalar, Bahçeli’nin bireysel görüşleri değil, devletindir. Uzun zamandır planlanan ve çeşitli kanallar aracılığıyla yürütülen bir sürecin dışa vurumudur. Bahçeli ve Erdoğan, sömürgeci devletin sözcüleridir. Bugün Özgür Özel veya burjuva siyasetin diğer temsilcileri de aynı sistemin içinde hareket etmektedirler.

Asker ve gerilla aileleri. Özgür Özel: “Ne yapacaksam… Ne söyleyeceksem… Her aşamada, şehit aileleri ile gazilerin gözlerinin içine bakacağım…” Özel, Özgürlük Savaşçılarının da ailelerinin de gözlerine içine bakmalı… On yıllardır tutsak tutulanlara bakmalı Özel. Hasta tutsaklara, işkence görenlere, katledilenlere bakmalı…

İki taraftan da ölümlerin en büyük sorumlularının başında devlet partisi CHP geliyor… AKP 25 yıldır kötülük yaparken, CHP de 100 yıldır kötülük yapıyor…

Sömürgeciyi mücadelesiyle masaya oturtan Kürt Özgürlük Hareketini dinlemek lazım…

Önemli bir nokta da devlet tahlili konusunda yapılan yanlıştır.

“Faşist devlet “diyenler tekrar düşünmelidir. Faşist “hükümet” ile “devlet” karıştırılmamalıdır. Faşist devlet, “barış” anlaşması yapmaz.

Gelişmelere ara notlar…

            Konu üzerine, yani “Bahçeli üzerinden yapılan açıklamalar” üzerine “Cumhuriyet ve çözüm süreci” başlığıyla geçtiğimiz Ekim ayında ve “Sömürgecinin kayyum, baskı ve tüm kirli girişimlerine ve oyunlarına rağmen, onurluca yapan Kürt Özgürlük Hareketi ve Önderliği desteklenmelidir.” dediğim  iki hafta önceki “Yaşasın ulusal kurtuluş ve önderleri” başlıklı yazımda da değinmiştim. Konu üzerine, yani ulusal sorun üzerine görüş ve değerlendirmelerimi sık sık yazıyorum zaten. Sadece, Kürdistan’a değil, Kosova, Filistin, Katalonya ve diğer ülkelere için de sürekli değiniyorum.

            Bu sürece gelirken sadece saray değil, ulusal medyanın dili ırkçı olmanın dışına çıkamadı. “Sol”un bir bölümünden de gereksiz suçlamalar geliyor. İki kuruşluk katkısı olmadı bu çevrenin zaten. Hatta hep zarar verdi mücadeleye.

            Beklenen çağrıyı yapan PKK lideri Öcalan; örgütüne kongre toplama, silah bırakma ve kendini feshetme çağrısını yaptı. (Hadi silah bırakma tamam da, feshetmek niye? Bu konuda biraz çekincelerim bulunmakta. Göreceğiz artık)

            Ve şimdi tüm mesele bu bu çağrının iki taraf için de anlamı ve özellikle de sömürgeci devletin yaklaşımı olacak. Çünkü, Öcalan’ın bu çağrısını yapması için devletin de vermek zorunda kaldığı “tavizlerin”, yani anlaşmanın genel olarak detaylı açıklaması yakında ortaya çıkar.

Barış süreci ve Kürt Halkının kararı: Bir süreçten daha fazlası

Suriye, Irak, İran, Rojava, Kobani, Afrin, YPG ve benzeri konular, günümüzün en önemli tartışma başlıkları arasında yer alıyor. Ancak bu mesele, sadece birkaç bölgesel yönetimin ya da silahlı gücün ötesinde, halkların iradesinin nasıl şekilleneceği meselesidir. Bu nedenle, halkın onayının olup olmadığının, anlaşmalara halkların dahil edilmesinin ne denli önemli olduğunu anlatmak gerekiyor.

Abdullah Öcalan’ın son dönemdeki açıklamaları ve “barış sürecine” dair yaptığı çağrı, yalnızca PKK’ye değil, bölgedeki tüm halklara hitap eden bir çağrı olarak değerlendirilmelidir. Bu açıklamanın, karşılıklı anlaşmalar çerçevesinde yapılmış bir çağrı olarak kamuoyuna sunulmasının büyük önemi var. Çünkü barış için atılacak her adımda, karşılıklı tavizler verilmek zorunda ve yoksa tarafların ikna olabilmesi ve kabul etmesi olanaksızdır. Bu, halkların öz iradesine ve özgür bir ortamda gerçekleşecek bir müzakerelere dayalı bir süreç olmalıdır.

Ancak bu süreç, ne yazık ki herkesin hoşnut olduğu bir çizgide ilerlemiyor. Öcalan, özgür bir ortamda değildir ve bu durum, sürecin meşruiyetini sorgulamamıza neden oluyor. Özellikle ulusal medya, sürecin seyrini manipüle ederek, her türlü olumlu gelişmeye karşı bir psikolojik algı yaratmaya çalışıyor. Faşist partilerden, ulusalcı anlayışlardan ve hâlâ sürecin barışla değil de savaşla sonuçlanmasını isteyen güçlerden bu tür tepkiler bekleniyordu, ama medya ve muhalefet ne yazık ki bu süreçte olgun bir tavır sergilemiyor.

Halk TV, NOW TV, TELE1 gibi kanallar, kendilerini “muhalif” olarak tanımlasalar da, aslında barış sürecine karşı bir savaş dilini sürekli olarak yayıyorlar. Bu, sadece Türkiye’nin değil, tüm bölgenin barışa olan ihtiyacını göz ardı eden bir tutumdur. Kürt halkının 100 yıllık bir mücadeleyle kazandığı haklar, bugün hala en büyük tehdit altındadır.

Barış sürecinin önünde duran en büyük engellerden biri de, halen “terörist” dilinin kullanılmaya devam edilmesidir. Bu dil, sadece çözüm sürecini baltalamakla kalmıyor, aynı zamanda halkları birbirine düşmanlaştırıyor. Ancak, asıl tehlike, bu dilin kullanıldığı bir ortamda halkların çözüm arayışının sadece militarist ve askeri bir zemine oturtulmasıdır. Öcalan’a “teröristbaşı” denilerek, çözümün önü tıkanıyor. Ama bir yandan da bu kişiyle görüşmek istediklerini ifade ediyorlar. Bu çelişkili durum, halkların çözüm arayışının ne kadar ciddiye alınmadığını gözler önüne seriyor.

Barış için, her iki tarafın da silahlarını bırakması gerektiği açıkça ortada. Ancak, çözümün yolu, sadece terörle mücadele söylemiyle değil, halkların özgürlüğüne dayalı bir anlayışla açılabilir. Bugün gelinen noktada, AKP ve CHP’nin tavrı arasında ciddi bir fark yoktur. İki parti de, halkın barış taleplerine kulak tıkamakta, ulusalcı ve militarist bir çizgide ısrar etmektedirler.

Bu noktada, Kürt halkının özgürlüğüne ve iradesine saygı gösterilmesi gerektiği açıktır. Kürtler, sadece federalizmi, laikliği ve demokrasiyi savunmakla kalmıyor, aynı zamanda Rojava’da inşa ettikleri özerk yönetimle, tüm inanç ve halklar için demokratik bir yönetim modeli ortaya koyuyorlar. Rojava, sadece Kürtler için değil, tüm halklar için bir umut ışığıdır.

Son olarak, sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada PKK yasağının kaldırılması gerektiğini savunuyorum. Tüm politik sürgünlerin ve parti çevrelerinin rahatça tartışmalarını yürütebilmeleri, devletlerin takibine ve baskısına uğramamaları gerekir. Bu, yalnızca Kürt halkının değil, tüm halkların ulusal özgürlük mücadelesinin bir gereğidir.

Barış, silahların susmasıyla gelmez. Barış, halkların özgür iradesinin ön plana çıktığı, tüm tarafların birbirine saygı gösterdiği ve çözüm yollarının birlikte arandığı bir süreç olmalıdır. Eğer bu adımlar atılırsa, barış süreci sadece Türkiye için değil, tüm Ortadoğu için bir umut kaynağı olabilir…

Şimdi barış zamanı!

Yeni “barış” sürecinde de Kürt Özgürlük Hareketi’nin Türkiye, Kandil, Avrupa ve tüm alan örgütlenmeleri ve diğer liderleri PKK’nin ve Kürt halkının lideri Abdullah Öcalan’ın yanında duruyor.

İki kuruşluk ve hele hele iki kurşunluk katkı sunmayanlar şimdi sussun.

Barışın kazanılması, savaşın son bulması, yalnızca Kürt halkının değil, Türkiye’de yaşayan tüm halkların yararınadır. Bugüne kadar devlet, PKK’nin ilan ettiği ateşkesleri defalarca bozdu. Şimdi yeni bir süreç konuşuluyor ve bu süreçte Kürt Özgürlük Hareketi’nin tüm alanlarda örgütlü yapısıyla güçlü bir şekilde durduğu ortadadır.

DEM Parti, Abdullah Öcalan’ın çağrısının ardından “Yeni Dönemin Demokratik Siyaseti” başlığı altında bir yol haritası hazırlıyor. En az 100 merkezde halk buluşmaları düzenlenecek ve süreç halkın iradesine dayalı olarak ilerleyecek.

Sadece Türkiye’de değil, başta batı Avrupa olmak üzere, tüm dünyada PKK yasağı kalkmalı, tüm politik sürgünler ve parti çevresi rahat bir tartışma yürütebilmeli, devletlerin takibine ve baskısına uğramamalıdır.

Bu sürecin başarılı olması için sadece DEM Parti değil, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP), Halkların Demokratik Kongresi (HDK), İnsan Hakları Derneği (İHD) ve kadın-gençlik örgütleri gibi devrimci sosyalist yapılar da belirleyici olacak. Çünkü barış ortamı, sınıf mücadelesini de güçlendirecektir.

Bir düşünelim:
Savaşın sürdüğü bir ülkede, işçi hakları mücadelesi ne kadar gelişebilir?
Savaş bütçesi halkın ihtiyaçlarına aktarılsa, kaç milyon insanın hayatı iyileşir?

Bugün barışa karşı çıkanların büyük çoğunluğu, savaştan beslenen kesimlerdir. Ulusalcı kalemşörler, televizyon ekranlarında komplo teorileri üretmekten geri durmuyor. Oysa gerçek şu ki, Kürt halkının ve onun özgürlük mücadelesinin yarattığı baskı olmasa, devlet masaya oturmayı düşünmezdi bile.

Silahlı mücadele sonuç verdi!

Bugün gelinen nokta, Kürt halkının, partisi PKK’nin ve lideri Abdullah Öcalan’ın azimli mücadelesinin sonucudur. Kürt Özgürlük Hareketi, sömürgeci devleti masaya oturmak zorunda bırakmıştır.

Burada, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin sürekli yanında yer alan devrimci sosyalistleri de unutmamak gerekir ve hakkını vermek gerekir.

PKK dün bir kez daha ateşkes ilan etti. Açıklamada şu ifadeler kullanıldı:
“Bize yönelik saldırı olmadıkça hiçbir gücümüz silahlı eylem yapmayacaktır.”

Bu noktada önemli bir soru sorulmalı:
“Silahı elinde tutanlar savaşı bitirmeye karar veriyorsa, sen bunun neyinden rahatsız oluyorsun?” (Selahattin Demirtaş)

Burjuva basını bile artık, “ateşkes”in önüne “sözde” deyimini eklemiyor. Kürt halkı ve özgürlük hareketi önderi Öcalan’ın sözünü her zaman dinliyor.

Barış sürecinin başarılı olması, Kürt halkının özgürlüğü ve Türkiye’de demokrasi için büyük bir adım olacaktır. Bugüne kadar savaşın sürmesini isteyenler, her zaman barışın karşısında durmuşlardır. Ancak barışa karşı olmak, savaşa hizmettir.

Bugün, tüm devrimciler, sosyalistler, aydınlar, demokrasi güçleri ve özgürlük yanlıları, barışa omuz vermelidir. Çünkü barış, sadece Kürt halkının değil, bu topraklarda yaşayan tüm halkların ve “ötekilerin” özgürlüğe kavuşmasına büyük katkı sağlayacaktır…

Şimdi, bir kez daha karar zamanı: Barışa omuz veriyor musun?


Hüseyin Şenol – 02.03.2025

Tags: , , , , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑