“Başka halkları ezen bir halk özgür olamaz!” | Cihan Yıldız
Kürt ulusu bugüne kadar bağımsızlığına kavuşmamış bir ulus. Belirli bir ulusal uyanış var ve Kürtler dünya üzerinde “bağımsızlığını” ilan etmiş uluslar topluluğunun üyesi bir ulus olarak yerlerini almak istiyor.
Türk işçiler-emekçiler; özgür müsünüz?
Ulusal sorun gündeme geldiğinde çokça “Başka halkları ezen bir halk özgür olamaz!” tümcesi kullanılır… 19. yüzyılda söylenen bu sözler ne anlama geliyor? Bu tümcede ifade edilen görüşün bugünkü koşullarda anlamı ne? Kuzey Kürdistan-Türkiye’nin bugünkü koşullarında bunun pratik karşılığı ne? “Başka halkları ezen bir halk özgür olamaz!” ise bugün özgür olmayanlar kimler? Özgürleşmek için ne yapmak gerekir?
Sorular, sorular…
Hayır, derdim soru listesi yapmak değil, günümüzde yaşadıklarımızın ne olduğuna, ne yapmak gerektiğine yanıtlar aramak…
“Hangi ulustansın?”
İşçiyiz, emekçiyiz; diyelim ki, İstanbul’da bir fabrikada emeğimizi satıyoruz. Patron bizi fabrikaya alırken –çok özel bir durum olmadıkça– hangi ulustan olduğumuzu sormadı. Çünkü ihtiyaçları hangi ulustan olduğumuzun bilinmesi değil. İhtiyaçları emeğimizin mümkün olduğunca fazla ve mümkün olduğunca ucuza sömürülmesi. Fabrikada bizimle birlikte çalışan, emeğini satan birçok arkadaşımız var. Kimi Türk ulusundan, kimi Kürt, kimi diğer milliyetlerden… Çerkezi, Lazı, Abazası, Boşnakı, Arabı var…
Hangi ulus veya milliyetten olursak olalım, hepimiz patrona kâr, daha fazla kâr kazandırmak için fabrikadayız. Bizim ortak özelliğimiz bu… Hangi ulustan olursak olalım, bizim ortak özelliğimiz, patron karşısındaki konumumuz bu… Belirli bir sınıfa, işçi sınıfına mensubuz. Hangi ulustan olursak olalım, hepimiz bu sınıfın üyeleriyiz. Bu toplumda bize biçilen rol, sesimizi çıkarmadan bize layık görülen “yaşamaya az, ölmeye çok ücretle” çalışmak, üretmek… Bize biçilen rol iliğimize kemiğimize kadar sömürülmek…
Bir sorun var ama…
Peki ya biz işçiler, emekçiler bu yaşantıyı kabul etmezsek ne olacak?
Ya bilinçlensek, kendi durumumuzu, konumumuzu sorgulasak ve iliğimize kemiğimize kadar sömürülmeye son vermek istersek ne olacak?
Egemenler, bu düzenin andaki sahipleri, sömürücüler, yani bizim sınıf düşmanlarımız, bu tehlikeyi görüyorlar… Onlar da biliyorlar ki, mücadele etmeye hazır işçi sınıfının örgütlü gücü onların düzenlerini yıkar. Bunun için işçilerin birliğini, örgütlenmesini çeşitli yollarla engellemek isterler. Bunun için onların “önlemleri”, kullanacakları silahları var. İşçilerin, emekçilerin ulus ve milliyetlerine göre bölünmüşlüğünü, parçalanmışlığını kullanmak, onları birbirlerine karşı kışkırtmak bu “önlemlerden” birisi!
Peki, işçilerin, emekçilerin uluslarına ve milliyetlerine göre bölünmüşlüğünün kullanılmasının sonuçları neler? Çeşitli ulus ve milliyetlerden işçilerin, emekçilerin milliyetlerine, uluslarına göre bölünmüşlüğünün kullanılması ve birbirlerine karşı kışkırtılması onların kendi sınıf çıkarları temelinde sermaye sınıfına, onların devletine karşı oluşturdukları cephenin parçalanması anlamına gelir. İşçilerin, emekçilerin sermayeye karşı birlikte mücadelesinin zayıflaması, işçi sınıfının sermayenin boyunduruğundan kurtulmasının önünün kapanması, eskinin devam etmesi bunun doğal sonucudur. İşçilerin, emekçilerin birliğinin, ortak mücadelesinin işçilerin, emekçilerin milliyetlerine göre bölünmesi, onların birbirlerine karşı kışkırtılmasının bizim gibi çok uluslu, çok milliyetli bir ülkede sonucu budur, bu olacaktır.
Geçerli bir yöntem: Böl, parçala, yönet…
Egemenlerin işçi sınıfının kendi içinde birbirine düşürme; onların milliyetlerine, uluslarına, dinlerine, mezheplerine göre bölünmüşlüğünü, parçalanmışlığını kullanma taktiği herhangi bir ülke içinde olabileceği gibi, uluslararası çapta da uygulanan bir taktiktir. Bunun birçok örneğini gördük; hem de öyle çok uzak tarihlere gitmeden:
Örneğin Balkanlarda, Kafkasya’da, Ortadoğu’da, çeşitli Afrika ülkelerinde… Birbirlerine karşı saldırgan milliyetçilik ağusuyla ağulanmış çeşitli ulus ve milliyetlerden işçiler, emekçiler birbirlerine kırdırılmadı mı? Örneğin Sırp işçileri, emekçileri, Bosna-Hersek işçilerine ve emekçilerine, ya da tersi, saldırtılmadı mı?
Peki, kazanan kim oldu?
Egemenler!
Onlar kendi çıkarlarını sağlama almak için ortalığı karıştırdılar; sonuçta dünyanın yeniden paylaşılması dalaşında kimi egemen güçler bu bölgelerde egemenliklerini sağlamlaştırdılar. Olan ama savaş bölgelerinde birbirlerine karşı kışkırtılmış işçilere, emekçilere oldu! Ölenler, yaralananlar, yerlerinden, yurtlarından sürülenler, aç susuz kalanlar birbirine kaşı kışkırtılmış işçiler, emekçiler sınıfının üyeleriydi.
Emperyalistlerin çeşitli ulus ve milliyetlerden işçileri, emekçileri birbirlerine düşürme, bölünmüşlüklerinden yararlanma, birliklerini parçalama ve yönetme siyasetleri emperyalizmin tarihi boyunca eski olan ve sık sık başvurdukları bir taktik. Emperyalistlerin bu taktiği kullanması sonucunda çeşitli ülkelerdeki işçilerin, emekçilerin enternasyonal birliği ve emperyalizme karşı ortak mücadele cephesi zayıflatıldı. Bunun dışında emperyalistler sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki ulusal uyanışları da bu taktiği sıkça kullanarak engellemeye çalıştılar, çalışıyorlar.
Oynanan bir oyun var…
Ülkelerimizde egemenler de aynı oyuna başvuruyorlar. Egemenliklerini sürdürmek için, bu egemenliğin önünde tehlike olarak gördükleri işçilerin birliğini, ortak sınıf çıkarları temelinde mücadelesini engellemek için işçileri, emekçilerin dinlerine, mezheplerine, özellikle de ulus ve milliyetlerine göre bölünmüşlüğünü kullanıyor, onları bu bölünmüşlükler temelinde birbirlerine karşı kışkırtıyorlar.
Egemenlerin istekleri, yaptıkları bunlarla sınırlı değil.
Türkiye çok uluslu bir devlet… Kürtler de bir ulus olarak –evet, parçalanmış bir ulusun bir bölümü olarak– Kuzey Kürdistan’da yaşıyorlar. Araplar bir ulus. Burada saydığımız ulusların yanında birçok azınlık milliyetler var. Türkiye’yi yönetenler ise Türk hâkim sınıfları…
Kürt ulusu bugüne kadar bağımsızlığına kavuşmamış bir ulus. Belirli bir ulusal uyanış var ve Kürtler dünya üzerinde “bağımsızlığını” ilan etmiş uluslar topluluğunun üyesi bir ulus olarak yerlerini almak istiyor. Ancak Kürtlerin ulusal hak ve taleplerini zapt-u rapt altına alan ve onların her türlü bağımsızlık ve özgürlük isteklerini kanla barutla bastıran Türk hâkim sınıfları, Kürtlerin son on yıllarda geliştirdikleri ulusal hareketini de bastırmak istiyorlar. Bunun için Türk hâkim sınıfları ezen ulus, yani Türk ulusu, yani Türk ulusundan işçiler, emekçiler arasında saldırgan milliyetçiliği yaygınlaştırıyor; Kürt ulusundan işçileri, emekçileri “bölücü”, “yıkıcı”, “terörist” vs. gösterip onlara karşı düşmanlığı körüklüyor. Türk devleti Kürtlerin örgütlü güçlerine karşı bir yandan silahlı savaşı tırmandırıyor; diğer yandan Türk emekçileri başta olmak üzere çeşitli ulus ve milliyetlerden emekçileri Kürt ulusundan emekçilere karşı kışkırtıp, onları kendi bayrağı altında topluyor.
Böylece faşist Türk devleti hem Kürtlerin haklı ulusal taleplerini engelliyor, hem de çeşitli ulus ve milliyetlerden işçilerin, emekçilerin sınıfsal birliğini parçalayarak kendi düzenlerine karşı tehlike olmaktan çıkarıyor; kendi sömürücü düzenlerinin ömrünü uzatmaya çalışıyor. Kendilerini sömüren düzene, bu düzenin koruyucusu devlete karşı zorunlu ortak mücadeleyi vermesi gereken çeşitli ulus ve milliyetlerden isçi sınıfının bu parçalanmışlığı halklar arasında kardeşliği, işçi sınıfı kardeşliğini dinamitliyor. Bu parçalanmışlığı ortadan kaldırmadan, işçilerin, emekçilerin birliğini, ortak sınıf çıkarları temelinde mücadelesini örgütlemeden, ortak düşmanın zoraki birliğine son vermedenetmeden kurtuluş mümkün değildir.
Kurtuluşun ancak ve ancak Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arap ve diğer ulus ve milliyetlerden işçi ve emekçilerin sınıfsal birliğine, çeşitli ulus ve milliyetlerden emekçilerin ortak mücadelesine bağlı olduğu gerçeği ışığında şu soru bugün çok daha günceldir:
Özellikle Türk işçiler ve emekçiler, Kürtlerin, Arapların ve diğer azınlık milliyetlerin ezilmesinde, onların boyunduruk altında tutulmasında kendi sorumluluklarını sorgulamak zorundadır.
Yalnız bu da değil…
Kurtuluşun yolu ortak sınıf mücadelesinden, Türk devletine karşı ortak mücadeleden geçiyorsa ve bugün hâkim sınıflar bu ortak mücadelenin yolunu saldırgan milliyetçilikle kapatma yolunu tutmuş, bunu özellikle Türk işçiler arasında yaygınlaştırmışlarsa o zaman Türk ulusundan işçiler süren sömürü düzeninde kendi sorumluluklarını, paylarını sorgulamak zorundadır.
Eğer kurtuluş, ortak mücadeleden geçiyorsa ve bu yol Türk hâkim sınıflarının kışkırtması sonucu kapatılmışsa, Türk işçileri “kendi” ulusunun burjuvaları ve onların devleti yanında yer almışsa; Türk işçileri ne kadar özgür olduklarını sorgulamak zorundadır. Evet, Türk işçiler, Kürt ulusuna yönelen baskılar, katliamlar ve uygulanan devlet terörü karşısında kendi sorumluluklarını sorgulamak zorundadırlar…
Yine Türk ulusundan işçiler aynı hedefler uğruna mücadele edecekleri Kürt ulusundan işçiler ve emekçilere uygulanan baskı ve saldırganlık karşısında en azından suskun kalmakla, bu yolla sömürü ve baskı düzeninin sürmesine bulundukları katkıyı; özgürlüğün, bağımsızlığın önündeki engel olarak kendi tavırlarını sorgulamak zorundadırlar.
Türk ulusundan bir işçi şöyle düşünmelidir: “Benim çıkarım esasta bu devletten kurtulmama bağlıdır. Özgürlük zoraki birlikle gelmez. Bağımsızlığın önündeki en büyük engel bu devlet. Sömürü bu devletin sağladığı güvenceler ve koruması altında sistemli olarak yapılıyor.
Yani esasta bütün kötülüklerin temelinde bu devlet var. Bu devletten kurtulmak için mücadele edeceğime benim yaptığım sınıf kardeşlerime karşı, benim de düşmanım olan devletin yanında yer almak. O zaman bu işte bir terslik var… Görevim öncelikle bu tersliği düzeltmek olmalı…”
Evet, ortada anda var olan tersliğin düzeltilmesi gerekiyor. Bu düzeltilmez, işçilerin, emekçilerin sermaye devletine karşı ortak cephesi kurulmazsa; örneğin Kürt ulusundan bir işçide, Türk işçileri, emekçileri olması gerektiği gibi davranmadığı için önyargılar oluşacak; var olan önyargılar pekişecek, kurtuluş çok daha ileri bir tarihe ertelenecektir…
Halklar arasında çitlerin çekilmesi, salt egemenlerle işçi sınıfının karşıtlığının bir ürünü olması yanında hâkim sınıflarının kendi aralarındaki iktidar dalaşının bir unsuru olması karşısında çeşitli ulus ve milliyetlerden işçiler ve emekçiler kendilerine bu dalaştan ne kârı olduğu sorusunu sormalıdırlar.
Eğer bir Türk işçisi, bu dalaşta bir kârı olmadığını düşünüyorsa, eğer bir Türk işçisi, bu dalaşta bir sömürücü gücün peşinde gitmenin kendi görevi olmadığını düşünüyorsa, eğer bir Türk işçisi kurtuluşun tek yolunun sınıf mücadelesinde olduğunu düşünüyor ve bunun için sınıf kardeşleriyle ortak mücadele cephesinde yer alabiliyorsa… o hâlde bu işçi özgür bir işçidir…
En azından bilincini özgürleştirmiştir…
Günümüzde en büyük tutsaklık da bilinçlerin tutsaklığı değil midir?
Her Türk işçisi, emekçisi tutsaklığa razı mıdır? Eğer değilse tutsaklığa karşı mücadele gereklidir!
Ve özgürlük herkesin hakkı değil midir?
Öyleyse; bilinçlerinizi, yaşamınızı, geleceğinizi, ülkenizi, dünyanızı özgürleştirme mücadelesinde yerinizi alın!
Cihan Yıldız – 11 .07.2024