Çoğunluk psikolojisinin azınlıklar üzerindeki etkileri | Cumali Yağmur
Bugünkü yazımda çoğunluk psikolojisinin azınlıklar üzerindeki etkileri ve yol açtığı sonuçları ele alacağım. Çoğunluk psikolojisinin azınlıklar üzerindeki baskıcı etkileri, derin ve kolay onarılamayan yaralar açtığı bir gerçektir.
Toplumlarda “çok fazla yabancı” algısı yani azınlıkların, çoğunluk tarafından sürekli olarak abartılarak lanse edilmeye çalışıldığına tanık oluruz. Azınlıkların topluma zarar verdiği ve neredeyse tüm kriminal olayların onların işi olduğu sürekli dillendirilir. Hâkim ulus toplumu, yaşanan her olumsuzlukta azınlıkları suçlu görür ve cezalandırılmalarını ister. Azınlıklara karşı sürekli bir önyargı, aşağılayıcı tutum ve korku psikolojisi yaratılmaya çalışılır.
Günümüzde Avrupa toplumlarında da göçmen azınlıkların oranı, gerçek sayılarının çok üzerinde algılanmakta ve büyük bir kısmının yasa dışı olduğu sanılmaktadır. Özellikle Almanya’da yıllardır kamuoyunda göçmen azınlıkların sayıları sürekli abartılır. Göçmenler önyargılı bir şekilde suç işleyen, kriminal bireyler olarak görülür. Alman toplumunda göçmenlerin, Almanların işlerini ve evlerini ellerinden aldığına dair yanlış bir kanaat hâkimdir.
Son zamanlarda ise göçmenler ellerinde bıçakla gezen, adam yaralayan saldırganlar olarak lanse ediliyor. Göçmen azınlıklar toplumda her zaman potansiyel suçlu olarak gösteriliyor. Basında, suç işleyen göçmenlerin hem isimleri hem de hangi ülkeye ait oldukları açıkça yazılırken; aynı suçu işleyen Alman bireyler yalnızca “20 yaşında bir genç” olarak anılıyor, isimleri ise sadece baş harfleriyle veriliyor.
Ünlü bilim dergisi PNAS’ta yayımlanan yeni bir araştırma bu duruma oldukça basit bir açıklama getiriyor. Daha önce geçerli olan teoriye göre; gruplara yönelik duygular, sayıların aşırı tahmin edilmesine yol açıyordu. ABD’deki Stony Brook Üniversitesi’nden siyaset bilimci Brian Guay başkanlığındaki ekip, bir dizi anket verisini güncel bilgilerle birleştirerek toplamda 36.000 katılımcıyla oldukça geniş çaplı bir araştırma yürütmüş.
Sonuç olarak, Amerikalıların ülkelerindeki çeşitli azınlık gruplarının sayısını düzenli olarak önemli ölçüde abarttıkları ortaya konmuş. Afro-Amerikanlar, Latinler, Müslümanlar, Asyalılar, Yahudi Amerikalılar ve cinsel yönelim açısından azınlık olan bireylerin oranları halk tarafından olduğundan çok daha yüksek sanılıyor.
Sosyal bilimciler, bu yanlış algıların daha önce “motivasyonel yaklaşımlarla” açıklanabileceğini savunuyordu. Yani, belli gruplara karşı hissedilen duygular, o grupların nasıl değerlendirileceğini belirliyordu. Bochum Üniversitesi’nden sosyal psikolog Hans Alves, “İnsanlar göçmenlerden tehdit hissettikleri için onların sayılarını sürekli abartıyorlar” diyor. Yeni analizler ise bu yaklaşımın ötesine geçiyor.
Aslında insanlar, bilgiye kolayca ulaşabilecekleri bir çağda yaşamalarına rağmen, çok az bilgiye sahipler ve yanlışa kolayca inanıyorlar. Bu durum yalnızca azınlıklar hakkında değil, başka konularda da geçerli. Araştırmacılar, kamuoyundaki bu algı bozukluğunu test etmek ve hangi teorinin daha güçlü olduğunu anlamak için istatistiksel yöntemlere başvuruyorlar.
Çoğunluk psikolojisi, azınlıkları tehdit unsuru olarak algıladığı için sayılarını bilinçli veya bilinçsiz şekilde yanlış tahmin ediyor. Örneğin Almanya’da, “kaç Türkiyeli göçmen var” sorusuna çoğu kişi gerçek sayıdan çok daha yüksek cevaplar veriyor. Bu tür abartılar, insanların kafasını karıştırmak ve önyargı duvarı örmek için kullanılıyor.
Seçim dönemlerinde ise bazı siyasetçiler, yaşanan tüm sorunların sorumlusu olarak göçmenleri gösteriyor. Kendi beceriksizliklerini gizlemek isteyen bazı sağcı, hatta ırkçı siyasetçiler, göçmenlerin sayısını kasıtlı olarak abartıyor. Bu önyargılardan ve çarpıtmalardan kurtulmak yerine, bu kişilerin bir kısmı sürekli çamur atmayı tercih ediyor.
Hamburg Üniversitesi’nden psikolog Sebastian Gluth şöyle diyor:
“Belirsizlik ne kadar büyükse, çarpıtma da o kadar büyük olur ve azınlığın boyutunun abartılma olasılığı da o kadar artar. Bu durum, azınlıklar hakkında doğru bilginin artırılması ve onlarla birebir temasın sağlanmasıyla önlenebilir.”
Gluth’a göre, bu tür temaslar, önyargıların temelinde yatan bilgi eksikliğini ortadan kaldırabilir. Çünkü bu tür yanlış algılar, azınlıkların bir tehdit gibi görülmesine neden oluyor.
Hâkim ulus psikolojisi, azınlıklar üzerinde bir Demokles’in kılıcı gibi sallanır. Azınlıklar potansiyel suçlu olarak görülür ve her dönemde günah keçisi ilan edilir. Bu baskıdan kurtulmanın yolu ise, azınlıkların örgütlenerek kendi haklarına sahip çıkmasından geçer. Bireyler ve topluluklar haklarını savunmadıkça, aşağılanma, dışlanma, sömürü ve baskılar da devam edecektir.
Cumali Yağmur – 13.04.2025