“Çözüm süreci”, “Türklerle Kürtlerin tek millet olduğu yeni bir ulus devlet inşası” projesi midir? | Halil Gündoğan
Mümtaz’er Türkönü başlıkta ki bu soruya tereddütsüzce evet yanıtı veriyor. Cansu Çamlıbel’in kendisiyle yaptığı röportajda aynen şöyle diyor: Devlet Bahçeli için bugün işin ana damarı çözüm süreci. (…) Bahçeli şu anda Türklerle Kürtlerin tek millet olduğu bir projeyi yürütüyor. Bakın bunu ilk defa ifade ediyorum ama inandığım bir şey. Çözüm süreci dediğimiz şey Türklerin ve Kürtlerin tek millet olduğu bir projedir.” Cansu’nun: “Tek millet mi?” sorusu üzerine şöyle devam ediyor:
“Evet. Bir ulus devletin tek ulusunun olduğu bir projeyi yürütüyor. Yani aslında 100 yıllık ulus devleti biz yeniden inşa ediyoruz bugün. Kürtlerin Kürt olarak var olabilecekleri, Türklerin de Kürtlerin Kürt olarak var olduklarını kabul ettikleri bir ulus devlet.” Cansu’nun bir başka sorusu üzerine de şunları ekliyor:
“Bunun mimarı olarak öne çıkan isim Bahçeli ama şüphesiz bu, Bahçeli’nin tek başına kotardığı bir proje değil. Türkiye’nin bölgenin içinde bulunduğu nesnel şartlardan bu sonucu çıkarmış olan bir akıl devrede, bir inisiyatif devrede. Ve Bahçeli de buna bütün varlığıyla destek veriyor. Bu projenin karşı tarafında da aynı amaca hizmet eden bir Abdullah Öcalan faktörü var. Yani proje tek taraflı bir proje değil. Öcalan’ın 27 tarihli açıklaması da bunu teyit ediyor.” (*)
M. Türkönü aslında kim adına söz kuruyor?
Burada öncelikle şunu, altını kalınca çizerek ifade etmek gerekiyor ki M. Türkönü’nün, adına “çözüm süreci” dediği sürecin özünün ne olduğuna dair ileri sürdüğü şeyler, doğrudan kendisinin öngörüleri değil. Keza uzmanı olduğunu söylediği Bahçeli demeçlerinin satır arası okumalarının yorumu da değil. Bunlar düpedüz “içerden” verilen veya elde edilen bilgilerdir. Çünkü başka türlü, yapılmakta olunan şeyin tam olarak yukarıya aktarılan şey olduğu, bu kesinlikte ileri sürülemez. Çünkü tarafların bugüne değin yaptıkları yazılı ve sözlü açıklamalarında bunu ima eden satır arası ifadeler dahi yer almadı. Nitekim bunu, kendisinin; “Bakın bunu ilk defa ifade ediyorum” şeklindeki sözleri de ortaya koyuyor.
Sürece dair yorum ve değerlendirmeleri dikkate alındığında rahatlıkla görülecektir ki M. Türkönü, “normal” sıradan bir akademisyen kimliğinin ötesinde bir misyona sahip olarak sürece müdahil olmuş durumda. Çünkü sürece dair yapıp ettiklerinin tamamı, devrede olduğunu söylediği o “akıl” ve “inisiyatifin”, Öcalan ile ortaklaştırdıkları bu devlet projesi doğrultusunda taraflara, kamuoyu önünde yön ve “ayar” vermekten ibaret. Yani M. Türkönü, yaygın olarak sanıldığının aksine Bahçeli’nin değil; projenin asıl sahibi olarak andığı o “akıl” ve “inisiyatifin” sözcülüğünü yapıyor demek çok daha isabetli olacaktır. Örneğin Cansu ile yaptığı söyleşide kullandığı, “Bahçeli Erdoğan’ın süreci akamete uğratmak istediğini görürse erken seçimi dayatır” ve keza “Erdoğan’la olmayacağını anlarsa CHP ile süreci tamamlamak ister” mealinde ki bu argümanlar tamamen o “akıl” dediklerinin sürecin aktörlerine ayar ve yön verme amacı taşıyan argümanlardır.
Erdoğan süreç konusunda gönülsüz mü?
M. Türkönü’nün, “Erdoğan’ın ta en başından gönülsüz olduğu, Bahçeli’nin zorlamasıyla sürece kerhen katıldığı, bu yüzden de işi mümkün olduğunca ağırdan aldığı, kayyım ve İmamoğlu operasyonu gibi hamlelerle sabote etmeye çalıştığı” mealinde ki değerlendirmeleri ise hem maksatlıdır ve hem de gerçeği yansıtmaktan uzak, kendi sübjektif yorumlarıdır. Bu yoruma göre Erdoğan birileri veya bir odak tarafından bu projeyi desteklemek zorunda bırakılmış ve böyle olduğu için de bulduğu her fırsatı bu projeyi boşa düşürmek için kullanmak istiyor. Ama Bahçeli her seferinde fren koyup, hizaya çekiyor. Saçma sapan bir yorum.
Bu projenin bir devlet projesi olduğu, İktidar bloğuyla ortaklaştırılmadan, belirleyici tek otorite olan Erdoğan’ın onayı alınmadan hayat bulmasının imkânsız olduğu açık değil midir? Tabii ki Erdoğan veya bir başka aktörlerin birtakım çekinceleri olabilir, bu da onların pratik sürecin yürütülmesindeki tavır ve tutumlarına yansıyabilir, bunlar anlaşılabilir şeylerdir. Keza şurası çok net ki iktidarını korumayı her şeyin merkezine koymuş bir Erdoğan’ın, bu projenin kendisinin bu stratejik hedefine ne oranda ve nasıl hizmet edeceğini hesaplamadan edemez. Proje kendisinin bu amacına hizmet etmeyip, tam aksine zarar verir bir durum arz ettiğini anladığı anda da bunu akamete uğratmak isteyecektir. Bu da anlaşılır bir durum.
Yani Erdoğan bu projeyi salt devletin ulvi beka sorunu olarak değil; aynı zamanda kendi iktidarının da ulvi beka sorunu olarak ele alıyor. Haliyle de yer yer “devlet aklıyla” da Bahçeli ve Öcalan ile de karşı karşıya gelmesi pekâlâ mümkün. Ancak bu, bu projeden vazgeçme seçeneğine sahip olduğu anlamına gelmez. Çünkü kendi iktidarının selametinin, devletin ulvi çıkarlarına endeksli olduğunu da bilir. Bilir ki devlet açısından kendisi vazgeçilmez değildir; yani dere geçilirken de sanıldığının aksine at pekâlâ değiştirilebilir. Erdoğan’ın mevcut realitede tek güvencesi, İran’a çekilecek operasyonda Trump’ın taşeronluk rolü konusunda kendisiyle yaptığı anlaşmadır. Yarın bu güvenceyi CHP’nin vermesi halinde, Erdoğan’ın kullanım miadı o an itibarıyla sona erer.
Erdoğan iktidarının bekası aynı zamanda yeni bir anayasaya da bağlıdır. Bu konuda CHP’den beklediği yeşil ışığı alamayınca, geriye kalan tek seçenek, Kürt-Türk ittifakına sığınmaktır. CHP’ye çekilen operasyonların temelinde hem CHP’yi cezalandırmak ve hem de DEM Parti ile CHP arasına mesafe koydurmak yatıyor demek, yanlış olmayacaktır. Siyasi mücadele bu, yarın Erdoğan pekâlâ makas değiştirerek, CHP ile bir başka formül üzerinde anlaşma arayışına girmesi de mümkün olabilir.
Peki “çözüm süreci” gerçekten de Türkönü’nün dediği gibi midir?
Kuvvetle olasıdır ki böyledir. Fakat ifade edilenlerin, projenin tüm kapsamını açık etmekten uzak olduğunu da belirtmek gerekiyor. Çünkü M. Türkönü’nün ifade ettiklerinin oluşturduğu algı, bu projenin esasen K. Kürdistanlı Kürtler ile Türkleri kapsadığı şeklindedir. Oysa projenin üzerine oturtulduğu esas zemin olan Türk-Kürt ittifakı, tüm Kürtlerin Türkiyeli Türkler ile tek devlet çatısı altında entegrasyonunun sağlanmasını amaçlamaktadır. Gerçi söyleşide yer yer bunu ifade eden bazı örtük kısımlar var, ama doğrudan bir ifade yok. Bu da anlaşılabilir bir “imtina.” Nitekim, projenin tam olarak ne olduğu ve neleri kapsadığı bir “devlet sırı” olageldi.
Kaleme alıp okurla paylaştığım “Devlet Öcalan ile anlaştı mı?”, “Kürt sorununa ‘Misak-ı Milli’ formülüyle çözüm arayışları”, “Uygulanan, ‘ölümü gösterip, sıtmaya razı etme’ taktiğidir”, “Kürtler açısından olasılıklar ve riskler”, “Demek ki neymiş Öcalan’ın ‘yeni paradigma’ dediği şey?”, “Barış ve demokrasi talebi, öngörülen ‘Türk-Kürt İttifakı’ ile karşılanabilir mi?”, “Öcalan’ın son çağrısı üzerine kısa bir değerlendirme”, “Sürecin seyri ve Türk-Kürt İttifakının olası sonuçları”, “Zorba ulus devletler egemenlik ayrıcalıklarını hangi koşullarda paylaşabilir?”, “Sağ oportünizm, pasifizm ve ‘demokratik uzlaşı yöntemi’”, “19 Mart darbesi ve bu iktidarla demokratik toplum inşa beklentisi”, “’Derin devlet’ borazanı Bahçeli’den iç savaş tehdidi”, “İktidar kanadı iki süreci de yeni anayasa atağıyla dizayn etmek istiyor”, “CHP Kürt sorununun çözümünde rol üslenmekte geç mi kaldı?” ve “Suriye’deki ‘entegrasyon mutabakatı’ Öcalan’ın mı ABD’nin mi çözümünü önceliyor?” başlıklı bu makalelerimde “devlet aklının” bölgesel gelişmelerden hareketle edindiği “beka” riskini Kürtlerle kuracağı ittifak ile aşılabileceğini öngördü. Bunun için Öcalan’ın ayağına gidip, onun zaten İmralı sürecinde “Demokratik Cumhuriyetle Birlik Projesi” adı altında geliştirip, örgütüne de kabul ettirdiği “Misak-ı Milli temelinde çözüm” stratejisini güncellemek istedi. Öcalan da zaten dünden razı olduğundan, kolayca anlaşıp, ortaklaştırdılar “yeni paradigmayı.”
Anlaşılacağı üzere, kapalı kapılar ardında tam olarak neyi nasıl formüle ederek güncelleştirdiklerini birebir bilmek imkânsız bir şey. Fakat yine de ilk başlarda ileri sürülen “Kürt-Türk kardeşliği”, “iç barış” “Kürt-Türk ittifakı ile emperyalistlerin oyununu bozmak” gibi sembol argümanlardan hareketle, devlet-Öcalan projesinin tam olarak ne ifade ettiğini, ana hatları ve genel çerçevesiyle, tahmin etmek pek de zor olmasa gerek. Tabii Öcalan’ın geçmiş dönemde neler söylediği, devlete neler önerdiği ve devletine nasıl bir hizmette bulunmak istediğine dair verdiği söz ve vaatleri ve keza PKK’nin bütün bunlara takındığı tavrı bilmek koşuluyla… Bunun için de en başta İmralı Savunması ve “Demokratik Cumhuriyet İle Birlik Projesi” adı altında neler ileri sürdüğünü bilmek gerekiyor.
Öcalan demekte ki
“Kaldı ki resmi dil olarak Türkçenin gelişimi ve kabulü doğaldı. Türkler, Türkiye uluslaşmasının kökeniydi. Devletin temel kurucu gücü olarak başka türlü de olunamazdı. Atatürk’ün ‘Ne mutlu Türküm diyene’ demesinin de tarihi anlamı budur. En başta Atatürk bunu Osmanlının ‘Etrak-ı bi idrak’ dediği Türkler için söylüyordu. Nasıl ki herkes çok kökenden gelmesine karşın ortak İngilizceyle ben ‘Amerikan ulusundanım’ diyorsa ve hatta İsviçre gibi dört ulusal dilli ve kültürlü bir ‘İsviçre milletindenim’ diyorsa, Türkiye’de de ortak bir ulustan bahsetmenin yadırganacak bir yanı yoktur. Burada ulusal bütünlük tartışılmıyor, tartışılmalıdır.”
“Türkiye’yi Misak-ı Milli olarak başta ortak vatan olarak kabul hem Kürtler hem Türkler için bir ulusal yemin olarak kabul edilir.” (**)
Bunun gibi daha onlarca örneği buraya aktarmak, yazıyı uzatmak olacağından; çarpıcı bu iki örnekle yetinmek isabetli olacaktır.
Dedik ya; ortada Öcalan’ın veya devlet aklının yeni geliştirdiği “yeni bir paradigma” falan yok. Olan şey, devletin o gün teptiği bu hizmete bugün acilen ihtiyaç duyuyor olmasıdır. (“Barış ve kardeşlik çözümü konusunda benimle muhatap olan yetkililer açık tavır içindeydiler. Devletin kucaklayıcı yaklaşımı, intikam temelinde yaklaşmayacağı, hatta şiddetin ortadan kalkması halinde bu işe artık bir çözüm olunabileceğini bazı yetkili kurumlar açıkladılar” – Başkanlık Konseyine gönderilen 1 Ağustos 1999 tarihli mektuptan-) (**)
Türklerin Kürtleri asimile etme projesi
Aktarılan ilk pasajdan da açıkça görüleceği gibi Öcalan “en ideal çözümün”, kendi örneklemesiyle, tıpkı Amerika veya İsviçre’de yaşayanların kendilerini “Amerikan ulusundanım”, “İsviçre milletindenim” demelerinde olduğu gibi, “Ortak vatan Misak-ı Milli” de yaşayanlar da kendilerini pekâlâ “Türkiye ulusundanım” diyebileceğini ileri sürüp savunmaktadır. Bu düşüncelerinin arkasında duruyor olmalı ki ortaya yeni ortak bir proje çıkabildi.
Tabii burada Öcalan, demagojik küçük bir hileyle, mensubu olduğu Kürt ulusal kimliğinin Türk ulusal kimliğine yedirilerek yok edilmesini, Amerikalıların kendilerini “Amerikan ulusundanım” ya da İsviçre’de yaşayan dört farklı etnik topluluğun kendilerini “İsviçre milletindenim” diye tanımladıkları masalını uyduruyor. Oysa bu her iki örnekte de böylesi bir kavram yok. Burjuva demokratik cumhuriyet ile idare edilen pek çok çok uluslu “ulusal devlet” örneğinde farklı etnik kökenli topluluklar, kendi ulusal varlıklarını ve haklarını koruyarak bu merkezi devlet ve “ortak vatan” içinde yer almaktadırlar. Bu ülkelerin tamamına yakını bu yüzden ya federal ya kantonal veya eyalet sistemleriyle bu merkezi devlet ve “ortak vatan” pozisyonunu oluşturabilmişlerdir. Ve hiçbir Amerikalı veya İsviçreli ben Amerikan ulusundan veya İsviçre milletindenim demez; yaşadığı ülkenin resmi ortak adını kullanarak, Amerikalıyım veya İsviçreliyim der. İsviçreliler asla tek ulus olarak tanımlamaz kendilerini. Konuştukları dillere göre tasnif edilecek olursa kimi Alman, kimi İtalyan, kimi Fransız ve kimi de Romans’dır.
Oysa Gerek Öcalan’ın ve gerekse M. Türköne’nin tanımladığı “Türkler ile Kürtlerin tek ulus olduğu” projede Kürtler ile Türklerin eşit haklar temelinde kendi ulusal kimlik ve haklarını koruyarak “ortak üst bir ulusal aidiyet” çatısı altında, yani bir nevi “uluslar konfederasyonu” vari bir yapıda birleşmesi öngörülmüyor. Öngörülen şey, kurucu ana öğesi Türk olan, resmi dili Türkçe olan ve Türk ismiyle anılacak “ortak vatanda” merkezi bir devlet çatısı altında Kürtlerin Türk ulusuyla birleşip, “Türkiye ulusu” adını almasıdır. Dolayısıyla da böylesi bir projenin adı olsa olsa; Türklerin Kürtleri asimle etme projesi olabilir.
(**)https://drive.google.com/file/d/195TlEpd8kSe_HGD3toGmfltLgHEKJHmH/view
Seçtiklerimiz: Halil Gündoğan – 27.04.2025