Forum

Published on Haziran 22nd, 2025

0

Devlet terörü sürüyorken “Terörsüz Türkiye” nasıl olacak? | Halil Gündoğan


Devletin kendi şiddet tekeline dokunmadan “terörsüzlük” çağrısı ne kadar samimi olabilir? Türkiye’de “terör” kavramının nasıl çarpıtıldığını ve devletin kendi geçmişindeki karanlık pratiğin bugünle nasıl bağ kurduğu sorgulanmalıdır…

Malum olduğu üzere bir süreden beridir devlet ve Cumhur İttifakı cenahı, Öcalan ile kotarılan ve ama tam olarak ne olduğu kamuoyundan itinayla gizlenen Kürt sorununa çözüm sürecinin adını “Terörsüz Türkiye” olarak telaffuz etmekte. Bununla özel olarak anlatılmak istenen şey ise, tamamen psikolojik harp taktiği olarak, “terör” olarak tanımladıkları silahlı Kürt ulusal hareketi PKK’nin silah bırakması ve kendisini feshetmesidir. (Yoksa bilindiği gibi devlet tabii ki silahlı ve illegal sosyalist ve komünist devrimci hareketleri de ve hatta anayasal olarak kendisine tanınan hak arama ve hesap sorma meşru direniş, gösteri vb. fiili aktivitelerle sokak ve meydanlara çıkma eylemlerini de “terör” ve “terörist” olarak sunup, her türlü devlet terörünün hedefi yapabilmektedir de. Örneğin Gezi Direnişi bunun en tipik emsalidir. Keza Boğaziçi Üniversitesi öğrenci ve öğretim görevlilerinin direnişi, ya da daha dün kadar yakın dönemde “hak-hukuk-adalet” talepleriyle sokağa çıkan üniversitelilerin eylemleri de “terör” parantezine alınarak muamele yapılabildi. Hatta ana muhalefet partisi konumundaki CHP’nin malum nedenlerle sokak ve meydanlara çıkıyor olması da “sokakları terörize etmek” olarak telaffuz ediliyor ve ufaktan da gözdağı verilmeye çalışılıyor. Aslında bunca alttan alışları tamamen, CHP’nin kolay bir “lokma” olmaması ve dolayısıyla da oluşacak tepkinin büyüklüğünden duyulan korkudandır; yoksa çoktan “terör örgütü” yaftasıyla da yaftalayıp tepelerine binerlerdi.)

Oysa tüm sömürücü, baskıcı, sömürgeci-ilhakçı ve faşist devlet sistemlerin de olduğu gibi TC. Devleti de ta kuruluş sürecinden itibaren (örneğin M. Suphi ve 14 yoldaşının hunharca katledilmesinde olduğu gibi) ortaya çıkan ve devletin “terör”, “isyan”, “başkaldırı” ve “kalkışma” olarak nitelediği gerek etnik gerek inançsal ve gerekse sosyal nedenli hareketlerin tümü aslında reaksiyon karakterlidir. Yani devletin baskı, zulüm ve faşizan zorbalığının tüm demokratik hak arama ve sonuç alma yollarını kapatmış olmasının ortaya çıkardığı zorunlu sonuçlardır. Bu bakımdan burada “terör” ve “terörist” aranacaksa; bunun doğru adresinin bizzat devletin kendisi olduğu, inkârdan gelinemeyecek olgusal bir gerçektir.

Evet, kuruluşundan itibaren TC. Devleti, “şiddet tekelini” elinde bulunduran katışıksız bir terör kaynağı ve de odağıdır. Çünkü toplumu oluşturan her milliyetten emekçilerin, ezilen bağımlı ulus ve azınlıkların, farklı inanç guruplarının, kadınların ve LGBTİ+ ların sesi ve direnişlerini çıplak devlet terörüyle karşılamaktadır. Her türlü baskı, yalın sokak şiddeti, işkence, kurşunlama, gözaltı ve hapishaneler, JİTEM, Özel Harekât Polisi, sivil ırkçı ve dinci paramiliter güçler, Ülkü Ocaklı faşistlere, Hizbullah ve İŞİD benzeri daha bir yığın cinayet şebekesine yaptırılan katliamlar, on binlerce faili meçhul cinayet, yargısız infazlar, ölü bedenlere bile yapılan işkenceler, tecavüz ve mala çökme, göçertme, köy yakma gibi daha pek çok şeyle vücut bulan bir devlet terörü.

Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katli katışıksız bir devlet terörüdür. Aynı şekilde yüz binlerce masum Kürdün Koçgiri, Ağrı, Zilan, Dersim ve daha pek çok yerdeki katli, katışıksız bir devlet terörüdür. Binlerce Pontus Rum’unun yurtlarından edilmeleri, 6-7 Eylül Olayları, 49’lar vakası, Sabahattin Ali’nin katli, 1960 darbesi ve Adnan Menderes ile iki bakanının idamı ve keza 33 Kürt köylüsünün sorgusuz sualsiz bir şekilde kurşunlanması, aynı şekilde Roboski’de 34 insanın uçak bombardımanıyla katledilmeleri, Kaypakkaya cinayeti de doğrudan birer devlet terörüdür. Keza sırf ortamı terörize ederek seçim sonuçlarını değiştirmek amacıyla İŞİD eliyle gerçekleştirilen Ankara Gar, Suruç, Amed, Antep, İstanbul vb. yerlerdeki toplu katliamalar, Diyarbakır zindanında Esat Oktay Yıldıran eliyle yaşatılan o korkunç vahşet, keza aynı şekilde Mamak ve Metris gibi hapishanelerde uygulanan işkenceler, 1 Mayıs 1977 katliamı, 12 Mart, 12 Eylül askeri faşist darbeleriyle sol-sosyalist kesimlerin tümden yok edilmek istenmesi, dar ağaçlarında ve işkence tezgahlarında gerçekleştirilen katliamlar, 19 Aralık “Hayata Dönüş Operasyonu”,  evine ayakkabıyla girmesine itiraz eden Dilek Doğan’ın polis tarafından kurşunlanması, Gezi Direnişi katliamları, Gazi Mahallesi katliamı, Maraş ve Madımak katliamları, “Hendek Olayları” bahanesiyle bodrumlarda gerçekleştirilen toplu imhalar, 15 Temmuz ve keza “Kobane Olayları” sonrası  on binlerce insanın işkencelerden geçirilerek hapsedilmeleri, işlerinden ve geleceklerinden edilmeleri, parasal varlıklarına çökülmesi, kayyımlarla halkın iradesine el konulması ve en son 19 Mart darbesi ile İstanbulluların iradesine ve CHP’ye karşı yürütülmekte olan tüm bu operasyonlar vs. vs. katışıksız devlet terörünün birer kanıtı olarak orta yerde duruyor işte.

Gerçekten ve samimiyetle “Terörsüz Türkiye” isteniyorsa; o halde öncelikle devlet terörünü bir yönetme ve hükmetme metodu olarak kullanagelen devletin kendi terörüne ve teröre kaynaklık eden uygulamalarına son vermesini istemek gerekmez mi?  


Forum: Halil Gündoğan – 22.06.2025


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑