Dincilik ektiler, AKP biçtiler | Erdal Boyoğlu
Dinciliğin ve milliyetçiliğin zaferiyle sonuçlanan seçim politikası, istikrarsızlığını sürdürüyor.
AKP-MHP iktidarı hâlâ istikrara kavuşamamış; haksızlığı, hukuksuzluğu, eşitsizliği en uç düzeye getirmiş bir durumda.
Geçtiğimiz 30 Haziran gecesi, Taksim’de “Yaşasın şeriat!” diye bağıranlar, Madımak Katliamı gibi bir prova girişiminde bulundular.
Leman dergisine saldırdılar; saldıranlar tutuklanan değil, dergi yöneticileri ve çalışanları tutuklanan oldu.
Problemli bir gelenekte ısrar etmenin kaçınılmaz sonuçları bütün bu yaşananlar.
Düşünsenize şöyle bir:
Milliyetçi, dinci bir iktidarla karşı karşıyayız.
AKP, İslam adına sahipliği olan partidir.
MHP, Türkiye siyasal varlığında fetihçi ve ırkçı tarihin partisidir (AKP geleneğinden ayrımla).
“Biz ve onlar” ayrımını yapan dinci ve milliyetçi olan bu iki partinin asıl hedefi ise kuşkusuz Türkiye sınırları içinde yaşayan “ötekiler”dir.
Totaliter dayatmaya karşı çıkan, Hak, Hukuk, Adalet, Eşitlik ve özgürlük talebiyle mevcut iktidara muhalefet eden herkese saldırıyorlar.
Toplum, tam anlamıyla bir manipülasyon cenderesinde yaşatılmaktadır.
Yoğun eşitsizlik ve hak ihlalleri; toplumsal kontrol için geliştirilen politikaların ve baskıların, dincileştirilmiş, milliyetçileştirilmiş prizmasından geçerek daha uçsallaşmasına neden olmaktadır.
Yani emekten yana demokratik oluşumları ve insan haklarını hazmedecek olgunluktan çok uzaklar.
Kötü giden ekonomiye, açlığa ve yoksulluğa tepki verenlere, pahalılığa ses çıkaranlara, 1 Mayıs emek bayramına giden emekçilere azgınca saldıran iktidarın baskısıyla karşı karşıyayız.
1 Temmuz 2025’te barıştan yana karikatür çizen basın emekçilerinin mekanlarına saldıran şeriatçıları gördük, bizzat tanık olduk.
“Ya onlar ölecekler ya biz öleceğiz!”, “Kahrolsun Laiklik, Yaşasın Şeriat!” diye slogan atanları gördük.
Hem de devlet güvenlik güçlerinin gözleri önünde.
Artık her şeyi geçiş evresi olarak gözlerimize sokuyorlar. Hem de dijital medya da canlı gösteriyorlar. Ve tabii ki yaygara ve gözdağı veriyorlar.
Korkuyla dolu anlar yaratıyorlar.
2 Temmuz 1993 ateşi sönmezken yeni bir Sivas Madımak ateşi provaları yaptırılıyor yeniden. Şeriatçıların yakma arzusu sönmüyor.
Geçiş denemesi için yine bir çok yerden toplatıldılar, yine aynı sloganları attılar.
Hem de saldırıyı Taksim’de yaptılar.
Yani şeriatçılık ve milliyetçilik, her seferinde kullanılan durumundadırlar.
Devletin yapısında bir değişiklik yok.
Dinci ve milliyetçi iktidar, kendi biçimlendirme kararlılığını göstermektedir.
Dinci, milliyetçi saldırıların oluşmasına yol döşenmek istenmektedir.
Toplum, tam anlamıyla korku ve gözdağı cenderesinde yaşatılmaktadır.
Böylesi yoğun bir kuşatma ve saldırı, kâh şeriatçılık kâh milliyetçilik olarak sürekli olağanüstü durumlar çıkarılmaktadır. Kaos ortamı yaratıyorlar.
Taksim’de yaşatılan şeriatçı ortamın akabinde Saraçhane’de polis şiddeti sonucu yaşananları göz önüne getirmeliyiz.
Şeriatçı bir paranoya içine sokuluyoruz.
Düşünsenize şöyle bir; Toplum; milliyetçi ve şeriatçı bir kalıba sokulmak istendiği için bu gün bu evreye getirildi.
Dolayısıyla toplumu, milliyetçi ve şeriatçı akımların piyonu haline getirmek istenmektedir.
Asıl sorunumuz, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni bilmemektir, okumamaktır.
Dolayısıyla iki ayaklı primatlara esir etmek istiyorlar.
Eğer bir ülkede sorun karikatür, sanat, fotoğraf, edebiyat ve felsefe oluyorsa,
Eğer bir ülkede halklar arasında farklı kültürler, farklı diller ve inançlar boyutu sorun oluyorsa,
Eğer bir ülkede barış içinde bir arada yaşamak sorun oluyorsa,
elde edilen sonuçlar rejim açısından milliyetçiliğin ve şeriatçılığın daha da baskın olacağı, kabul görüleceği bir duruma yol alıyoruz demektir.
Dolayısıyla devlet politikası, şeriatçılığı yaşam tarzı olarak, kontrol aracı olarak toplumu teslim almak istiyor.
Düşünsenize şöyle bir; barış içinde yaşamayı, savaşın sonlanmasını isteyen bir karikatüre saldıranlar, İsrail devletiyle her türlü ittifakı yapan, ekonomik işbirliği anlaşması yapan iktidar sorgulanmıyor.
Gelip gelip savaş karşıtı olan kurumlara, insanlara saldırıyorlar.
Bu durumun altı özellikle çizilmesi gereken bir durum.
Neden böyle yapıyorlar?
Neden böyle davranıyorlar?
Şeriatçı saldırıların nefret söylemi iktidar güvencesidir.
Milliyetçi ve şeriatçı medya tarafından yapılan asparagas haberler ayrıca kin ve nefretle yazılıyor.
Burada neden-sonuç ilişkisi içinde aslolan karikatür görüntüsü değil (çünkü karikatürde tam bir barış çığlığı var).
Siyasal İslam’ın ve milliyetçiliğin hiçbir demokratik kitle gösterisine, savaşa karşı barış isteyenlere, İsrail’in Filistin’e saldırılarını protesto edenlere hiçbir müsamaha gösterilmiyor.
Ama İsrail-Filistin savaşı için barış karikatürü çizen Leman dergisine saldıran şeriatçıları koruyor.
Taksim’i rehin alan şeriatçılar, Leman dergisinin önüne gelip kapı pencereyi indiriyorlar.
Bu ne acayip bir ülke! Hiçbir ders çıkarmadan yine aynı katliamın yolcusu olduklarını bir kez kez daha ispatladılar.
Açık açık Sivas-Madımak Katliamı’nda yaşananlar gibi; güvenlik güçleri taraf olarak Leman dergisinin önündeydiler, yanlıydılar.
Halkın güvenliğinden sorumlu olan güvenlik güçleri, “şeriat” diye bağıranları korudu.
İstanbul’da Madımak Katliamı’nda yitirdiğimiz canlar için yapılan protesto mitinginde bir emniyet müdürü şöyle bağırıyor: “Delikanlı olan çıksın karşıma!” Bu, güç yetkisini kullanarak külhanbeylik narası atıyor. Güç varlığını yetkisine göre bağırıyor.
Gezi’de atılan bir slogan vardı, “Kaskını, copunu bırak da gel!” sloganı tam da bu emniyet müdürünün külhanbeyli davranışına uymuş.
Leman dergisine yapılan şiddetin gerekçesi nedir?
Düşünsenize şöyle bir:
Gazze’de yaşanan savaş ve zulme dikkat çekmeyi amaçlayan bir karikatür, din adına yürütülen savaşlara karşı barışı yaşatmak için çok anlamlı bir çizim.
Sağır sultan bunu böyle bilsin.
Oy uğruna Leman dergisini kınayanlar din simsarlığı yapıyorlar. Şiddetin geleceğini örüyorlar.
Dincilikten yana gösteriş yapıyorlar.
Söylenme, söyle…
Türkiye’de Bulunan ABD Üs ve Tesisleri…
Adana İncirlik Hava Üssü, İzmir Çiğli, Ankara, Manisa, Diyarbakır, Malatya, Erzurum, Konya, İskenderun, Kocaeli, Çanakkale, Sinop, Ordu ve Trabzon’daki üs ve tesisler, ABD’nin Türkiye’deki askeri üs ve tesis varlığıdır.
ABD’nin üslerini ve tesislerini protesto eden değil, alkışlayanlar ve destekleyenler milliyetçiler ve şeriatçılardır.
Türkiye’de ABD üslerinin kurulması ve faaliyet göstermesi, Menderes iktidarı döneminde 1951 yılında imzalanan “Askeri Kolaylıklar Anlaşması” sonucu ABD’nin üsleri ve tesisleri kuruldu.
Bu anlaşma, ABD’nin Türkiye’deki hava üssü ve tesislerini kurmasına ve kullanmasına izin vermiştir.
Düşünsenize şöyle bir:
İstanbul ve İzmir’de ABD savaş gemilerini protesto eden devrimcilere “vatan haini” diyerek saldıranlar şeriatçı ve milliyetçilerdir.
1946’dan beri ABD savaş gemilerine “dostluk tezahürü” diyen politikacıları ve milliyetçi yazarları unutmadık.
ABD savaş gemilerini protesto eden devrimcilere saldıran şeriatçıları, milliyetçileri unutmadık.
Türkiye’de 1951’de ABD ile ikili anlaşma yapıldı. 1954’te ilk Amerikan üssü kuruldu.
Sormak istiyorum; Ortadoğu halkları üzerine bomba yağdıran, savaş çıkartan ABD’ye karşı bir gün olsun protesto ettiler mi bu şeriatçılar ve milliyetçiler?
Müslüman ülkelere bombalar yağdıran, yüz binlerce Müslüman’ı öldüren ABD’yi bir gün olsun kınadılar mı bunlar?
ABD’nin savaş politikasını protesto eden, kınayan ilerici, demokrat, aydın ve devrimcilere saldırmayı görev bilenler kendilerine Müslümanım diyorlar.
Bu şeriatçılar, milliyetçiler;
Türkiye’deki ABD üs ve tesislerine sesleri solukları çıkmıyor…
Neden?
Niçin?
Hiç merak ettik mi?
*****
Kimse konuşmasın
Ağızlar mühürlensin istiyorlar.
Göz görmesin
Kulak duymasın
Beyin düşünmesin, sorgulamasın.
Sanat uyusun
Şiirler konuşmasın
Türküler şarkılar söylenmesin
İnsanlar sussun istiyorlar.
Oysa ben sessiz kalmak ve ortak olmak istemiyorum
Çağın kirine
Zulmüne
Adaletsizliğine.
Hüseyin Boyoğlu
Erdal Boyoğlu – 06.07.2027