Ekonomik ve mali kriz… | Cihan Yıldız
Eğer bugün bu kadar zenginlik içinde bu kadar yoksulluk, açlık, ölüm varsa, bunun temel nedeni kapitalist sistemdir.
“Sol”da egemen olan borsa krizleri ile genel ekonomik krizi birbirine karıştırma yanlışı, buna bağlı krize karşı yanlış mücadele çizgisi varlığını ve egemenliğini sürdürüyor. Marksist kriz teorisinde çözümlenen “kapitalizmin devrevi krizleri” ile borsa krizleri bir ve aynı şeyler değildir. Bunlar iç içe gelişebilir, birbirlerini etkiler vb. fakat bir ve aynı şeyler değillerdir.
Krizin nedeni bir avuç aç gözlü, kâra doymayan, ellerindeki öz sermayenin yüzlerce katı ile spekülasyonlara giren kumarcı “gazino kapitalistleri”dir! Spekülatör bankacı ve menajerlerdir. Burjuvazinin sözcüleri suçlu ve sorumluyu bulur: Aç gözlü, sınır ve kural tanımayan spekülatör bankacı ve menajerler!
Kriz böyle açıklandığında tabii krize karşı mücadele de -“sol”un önemli bölümü tarafından da- sonuçta bir avuç spekülatör bankacı ve menajere karşı, en geniş hâlinde ise “gazino kapitalizmi”ne karşı mücadele olarak görülüp yürütülmektedir. Kimi spekülatör bankacı ve menajer kontrol altına alındığında; borsalarda spekülasyon belirli kurallara bağlanıp, spekülatör bankacı ve menajerlerin kendi kendilerine verdikleri paylar için bir üst sınır getirildiğinde, borsa kârlarına vergi getirilip, buradan gelen artı gelir yatırıma aktarıldığında vb. vs. sorun çözülecektir! Anlatılan budur. Hemen bütün ülkelerde “sol”un büyük bölümü açısından, sendikaların kuyruğunda atılan temel şiarlar küçük nüans farklarıyla “Krizin bedelini ödemeyeceğiz!”, “Krizin bedelini onu çıkaranlar ödesin!” vb. dir.
“Borsa krizleri ve bunların devrevi ekonomik krizlere etkisi…
Mali krizlerde bir günden diğer güne borsalarda tahvillerin değer kaybetmesi sonucu milyarlarca dolar tutarında değer “kayboluyor” “buharlaşıyor”. Borsalarda işlem gören tahvil satıcısı kimi firmalar; kimi borsa satıcıları, bunlarla iş yapan kimi bankalar ifas ediyor. Ortaya kimi bankaların —bu arada merkez bankalarının da— taahhütlerini yerine getiremediği ‘mali kriz’ler çıkıyor. Borsa kaynaklı mali krizler tek başlarına ne emperyalist ülkelerde ne de bir bütün olarak emperyalist dünyada, üretimin bir bütün olarak daralmasına ve gerçek değer artışının sıfırın altına düşmesine, yani gerçek anlamda bir ekonomik çöküşe (depresyon) yol açmıyor. Bunun basit nedeni, anda bütün dünyada muazzam bir hızla dolaşan para sermayenin ancak %15’inin doğrudan üretim ve üretimle bağ içinde olan hizmetler alanında kullanılması; %85’inin ise yeniden üretim ve hizmet alanında kullanılmaması; kısa zamanda en büyük kârı elde etmek amacıyla spekülatif bir biçimde kullanılmasıdır. Bu tabii, kapitalizmin bugün geldiği yerdeki asalaklığının ve çürümüşlüğünün boyutlarını göstermek açısından ilginçtir. Dünyada var olan ve en derinde, kökünde üretim olan değerlerin %85’i üretim alanı ve üretimle doğrudan ilgili alan dışında kullanılmaktadır. Üretim alanı ve üretimle doğrudan bağıntılı hizmet alanlarına burjuva ekonomistleri bile “reel sektör” diyerek, diğerinin reel olmadığını, sanal olduğunu teslim ediyor. Buradaki ‘sanal’lık, bu değerlerin olmaması anlamında bir sanallık değil. Bunlar, çıkış noktasında, kaynağında, işçilerin, emekçilerin patronlar tarafından el konulmuş artı değerleri ve emperyalist devlet ve tekellerce dikte edilen uluslararası ticaret hadleri sonucu bağımlı ülkelerin yeraltı-yerüstü zenginliklerinin utanmazca sömürülmesinden elde edilen muazzam gelirlerdir. Bu muazzam zenginliğin üretim ve üretimle doğrudan bağıntılı hizmetler dışına çekilen kesimi de borsalarda işlem görüyor, alınıp satılıyor. Sermaye, hatta yalnızca belli opsiyonları (belirlenen satış koşulları çerçevesinde, bir malın satıcısı tarafından alıcıya tanınan karar verme süresi) alıp satarak bile, üretim ve hizmet alanında hiç boy göstermeden bile hem de üretim alanında büyüdüğünden daha hızlı büyüyebiliyor! Bu anlamda reel. Fakat diğer yandan bunlar üretim ve hizmet alanında değil, doğrudan ve yalnızca spekülatif olarak kullanılan, bir anlamda “kumar”da kullanılan değerlerdir. Bu konumlarıyla reel sektör dışına, üretim ve üretimle doğrudan ilintili alan dışına çekilmişlerdir. Spekülasyon alanında hareket ettikleri için, çok kolaylıkla değer kazanabildikleri gibi, çok kolaylıkla da değer kaybedebilmektedirler. Ekonomi dışı bir dizi faktör de bu alanda önemli dalgalanmalara yol açabilmektedir. Ve bu sermaye reel alan dışında olduğu için de bunun dalgalanması reel alanı dolaylı olarak etkilemektedir. Burada şunları tespit etmek istiyoruz: Burjuva ekonomistlerinin bir bölümünün iddiasının tersine, ‘krizsiz’ bir kapitalizm düşünülemez. Mali alanda dolaşan değerlerin çok önemli bir bölümünün spekülasyon alanında dolaşması, kapitalizmi her zamankinden daha fazla krizlere açık hâle getirmiştir. Fakat söz konusu, her an patlayabilir krizler, mali alandaki krizlerdir. Sıkça ortaya çıkan ve ekonomi dışı faktörlerce de tetiklenebilen bu krizlerin ekonominin bütün alanlarına sirayet etmesi mümkün olduğu gibi, bu krizlerin ekonominin diğer alanlarına sirayet etmeden, bir bütün olarak ekonomik krize yol açmadan aşılması da mümkündür. Bu spekülatif sermayenin el değiştirmesi, bir bölüm spekülatör pazardan dışlanırken, bir diğer bölümünün daha da zenginleşmesi sonuçlarına yol açar. Değer kayıplarının telafi edilebilmesi için reel sektörde daha yoğun sömürü, bu tip mali krizlerin işçi ve emekçiler açısından sonuçlarıdır. Bir bütün olarak emperyalist sistem açısından bu krizler, spekülatif pazarda geçici temizliklerin yapılması, büyük mali değerlerin el değiştirmesi anlamına gelir. Esas olarak reel sektör dışında, spekülasyon alanında gelişen ve borsalarda önemli değer kayıpları biçiminde kendini gösteren, oldukça sık görülen ve bir dizi ekonomi dışı gelişme ile de tetiklenebilen mali krizlerin yanında, bir de devrevi aşırı üretim krizleri vardır. Bu devrevi krizler, esas olarak reel sektörde üretimde ve üretimle doğrudan ilişki içinde bulunan hizmetlerde önemli bir daralma ve gerileme biçiminde kendini gösterir, krizin iyice derinleştiği, tabana vurduğu dönemlerde —ki buna kriz devresi içinde ‘depresyon’ dönemi diyoruz— ülkede bir yılda yaratılan değerler toplamındaki yıllık artış (ya da başka bir deyimle ‘kalkınma hızı’) dibe vurur, birçok hâlde sıfırın altına düşer. Çıkış noktasında kapitalizmin temel dürtüsünün aşırı kâr olması ve bunun sonucunda üretici sermayenin anda en çok kâr getiren alanlarda yığılması, bu alanlarda pazarda satılamayacak kadar çok ürünün üretilmesi, yani aşırı üretim yatar. Böylece aşırı üretimin konusu olan ürünler satılamaz, elde kalır. Sermaye gerçekleştirilemez. Yatırılmış sermaye büyüyerek geri dönüp sermayeye eklenemez. “Aşırı üretim”in karşı ucunda, ellerindeki para ile pazarda sunulan zenginlikleri satın alamayan tüketiciler, yani ‘yetersiz tüketim’ vardır. Emekçiler açısından aşırı üretim, bolluk içinde yokluktur. Pazarda meta vardır. Fakat emekçinin elinde onu satın alacak para yoktur. Sonuç bir dizi sanayi işletmesinin ve hizmet işletmesinin ifası, bu işletmelerinin devamı-uzantısı olarak çalışan daha küçük boyda işletmelerin iflası, birçok işçinin işini kaybetmesi vs.dir. Bu tip krizler kapitalist ekonomide devrevi olarak ortaya çıkarlar. Her kalkınma ve refah dönemini, kalkınma refah dönemi zirvesine vardıktan ve eğilim tersine döndükten sonra mutlaka bir gerileme, kriz ve çöküş dönemi izler. Bu tip krizler, üretim tekniğinin yenilenmesi, yeni üretim alanlarının açılması, sermayenin dağılımının yeniden örgütlenmesi biçiminde aşılır.
Bunlar dışında bir de emperyalizmin sistem olarak “genel buhran içine girmiş” olan kapitalizm olduğu olgusu vardır. Bu en genel anlamı ile şu demektir: Emperyalist aşamaya varmış olan kapitalizm, artık yükselen bir çizgide gelişen bir sistem değildir. Emperyalizm “asalak, çürüyen, can çekişen kapitalizmdir.” (Lenin) Artık kapitalizm üretici güçlerin gelişmesinin önünü açan, onların gelişebileceği ölçüde gelişmesine yardımcı olan bir sistem değil (feodalizme karşı mücadele içinde yükselen çizgide gelişen kapitalizm böyle bir sistemdi), tersine üretici güçlerin gelişme imkân ve olasılıklarını daraltan, gelişmenin önünü tıkayan bir sistemdir. Evet, üretici güçler gelişmektedir. Fakat gelişme imkânları ölçüsünde değil, onun gerisinde bir gelişmedir var olan gelişme. Üretici güçler artık aslında kapitalizm sayesinde değil, ona rağmen gelişmektedir. Aşırı kâr dürtüsü, üretici güçlerin yerinde durmasını değil, kontrollü bir biçimde, deyim yerindeyse az harlı ateşte gelişmesini talep etmektedir. Olan budur.
Eğer bugün bu kadar zenginlik içinde bu kadar yoksulluk, açlık, ölüm varsa, bunun temel nedeni kapitalist sistemdir. Ve eğer bugün, bugün üretilenin en az dört beş misli daha üretmek mümkünken; tekniğin muazzam ölçüde geliştirilmesi mümkünken, bunlar yapılmıyorsa, bunun nedeni kapitalist sistemdir. Bu sistem, emperyalizme evrimlenmesiyle birlikte gerçekte insanlık tarihinde oynadığı olumlu rol açısından miadını doldurmuştur, emperyalizm bu anlamda genel buhran içindeki kapitalizmdir. Bu bütün emperyalizm dönemi için geçerli bir tespittir. Krizden söz ederken bu yüzden sürekli somut konuşulmalı, neyin kastedildiği açıkça ortaya konmalıdır. Evet, kapitalizm krizsiz olmaz. Fakat bu hem onun bütün ülkelerde eşzamanlı ve/veya sürekli kriz içinde bulunduğu anlamına gelmiyor; hem de onun krizlere rağmen ömrünü sürdürebileceği, kendiliğinden yıkılmayacağı gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Kriz dönemleri kuşkusuz, krizlerin yükü emekçi sınıfların sırtına yıkıldığı için, işçi sınıfı ve emekçilerin kapitalizmin gerçek yüzünü kendi tecrübeleriyle görüp kavramaları için ve sisteme karşı başkaldırı için uygun şartlar yaratır. Fakat bu, ekonomik kriz kendiliğinden ve otomatik olarak devrimci duruma yol açar anlamına gelmez. Ayrıca her devrimci durum (yani üsttekilerin artık eski yöntemlerle yönetemediği, alttakilerin de eskisi gibi yaşamak istemedikleri, artık yeter deyip, tarihi bağımsız eyleme yöneldiği dönemler) mutlaka devrimle sonuçlanmaz. Bunun için işçi sınıfı ve emekçi yığınların bilinç ve örgütlenme seviyesi belirleyici önemdedir. Kriz teorisi konusunda devrimci çevrelerde, yalnızca ülkemizde değil uluslararası alanda da büyük bir kafa karışıklığı vardır. Ülkemizde birçok devrimci oportünist grup gerçekte, sürekli kriz olduğu iddiasındadır. Kimi bunu sürekli devrimci durum teorilerini savunacak noktaya kadar genişletmektedir. Uluslararası alanda da mali krizlerle, aşırı üretim krizleri birbirine karıştırılmakta; sosyalist kampın dağılışının ve bugün dünyada tek bir sosyalist iktidarın bile olmamasının emperyalizmin genel bunalımı konusunda oynadığı rol kavranmamakta, bilince çıkartılmamaktadır. Bunun sonucu, her mali krizde devrimci ayaklanmalar bekleme vb. durumları ortaya çıkmaktadır.
Cihan Yıldız – 05.05.2025