Gerçek barışa giden yol: Ne faşizm ne Kemalizm | Hüseyin Şenol
•Devletçi siyasetin sağında ya da solunda değil, halkların tarafında, sosyalist ve yurtsever bir tavırla durmalıyız…
•Sömürgeci ve Kemalist olan oligarşik devletin şu anki temsilcisi, AKP-MHP faşizmiyle devam eden “süreç” görüşmeleri askıya alınmalıdır…
Pervin Buldan’ın Roma’daki açıklaması –“Haziran sonuna kadar sürecin tamamlanması bekleniyor”– kulağa umut dolu geliyor. Ancak ne yazık ki Türkiye’nin siyasi gerçekliği bu açıklamayla örtüşmüyor.
Cezaevlerinde yıllardır tutulan siyasetçiler, gazeteciler, akademisyenler; dışarıda baskı ve sindirme politikaları… Bu koşullarda barış umutları takvimlerle sınırlanamaz. Barışın samimiyetle, cesaretle ve karşılıklı güvenle inşa edilmesi gerekir. Bu da yalnızca “süreç” kelimesinin arkasına saklanarak değil, hakikatin üzerindeki örtüyü kaldırarak olur.
İkiyüzlü tepkiler: Kimin için adalet?
İrfan Aktan’ın dün X hesabında paylaştığı sitem dolu şu sözler çok önemli:
“Ekrem İmamoğlu hapiste de 8,5 yıldır Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Selçuk Mızraklı, Alp Altınörs ve daha yüzlercesi havuzlu villada mı yaşıyor? CHP’ye baskı yapılıyor da DEM Parti dikensiz gül bahçesinde mi siyaset yapıyor? Ülkenin batısında Türkler eziliyor, 34 Türk köylüsü savaş uçaklarıyla vuruluyor da, doğusında Kürtler yılbaşı kutlaması mı yapıyor?
DEM Parti AKP’yle anlaşmışmış! AKP barış süreci başladığında mı otoriterleşti, yoksa Kürtleri ezerken konforlu alanınızda seyirci kaldığınızda mı? Barış süreci başlamasaydı, AKP otoriter olmayacak mıydı? Barış süreci başlamasaydı, AKP’yi barışa mı zorlayacaktınız? Van’a kayyım atanırken Bursa’da, Karaman’da, Trabzon’da, İstanbul’da sel olup sokaklara mı aktınız? AKP’nin bugüne kadar Kürtlere uyguladığı baskıdan zarar görüp isyan mı ettiniz? O zaman dayanışmak için elinizi uzattınız da, şimdi o el havada mı kalıyor? Geçiniz…”
İrfan Aktan’ın tespitleri tam isabet: Bugün Ekrem İmamoğlu için sokaklara çıkanlar, yıllardır cezaevinde olan Demirtaş’a, Yüksekdağ’a, Altınörs’e neden sessiz kaldı? Batıda hak ihlallerine karşı ses yükseltenler, doğuda yaşananları yok sayarken hangi barıştan bahsedebiliriz? “Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM), AKP’yle anlaştı” diyenlerin hafızası mı zayıf, yoksa samimiyet mi eksik? Otoriterleşme barış süreciyle başlamadı; Kürtler ezilirken sessiz kalanların, şimdi demokrasi savunuculuğuna soyunması ikiyüzlülüktür. Van’a kayyım atandığında kaç kişi Bursa’dan, İstanbul’dan yürüdü? Gerçek dayanışma el uzatmaktır, o el şimdi nerede?
Kemalizm eleştirisi ertelenemez
“Bugünkü rejime karşı mücadele ederken Kemalizm’e karşı susalım” diyenlere cevabım net: Hayır! Kemalizm, bu rejimin sadece tarihsel zemini değil, aynı zamanda bugünkü baskının da taşıyıcısıdır. Faşizmle mücadele ederken Kemalist ideolojiyi aklamak, hedef şaşırtmaktır.
Kemalizm tüm katliam ve soykırımların baş sorumlusudur ve tüm halklara düşmandır. TC’nin kuruluşundan önce başlayan, kuruluşunda bile ara verilmeyen ve 100 yıldan fazla zamandır süren onlarca, hatta yüzlerce katliam ve soykırımların gerçek sorumlusudur. Devletin tüm “kesimleri” bu soykırım ve katliamları Kemalizm ideolojisi ve bağlılığından aldığı destek ve güçle gerçekleştirmiştir
Sömürgeci devletin sağ kolu AKP, MHP ve diğerleri ise, sol kolu da CHP’dir. Faşizmle kol kola yürüyen bir anlayıştan barış çıkmaz. Ki her iki tarafın ittifaklarında “siyasal islamcılar” da var. Tanju Özcan gibi faşist CHP’li belediye başkanları Ermeni ve Kürtlere hakaret ederken susanlar, “solculuğu” da, “devrimciliği” de yeniden düşünmelidir.
Erdoğan’la yapılan görüşmelerde oturma düzeni bile çok şey anlatıyor. Sömürgeci devletin ne kadar “üstte” oturduğu, ne kadar kendi hükmünü hissettirmek istediği, masadaki yer alışlardan ve dizilişten bile okunabilir. Barış masası herkesin eşit oturduğu bir masa olmalıydı. DEM Parti eşbaşkanlarının görüşmelere katılmaması kabul edilemez. MİT başkanının katılması kabul edilemez. Hele ki Demirtaş, Yüksekdağ, İmamoğlu ve diğer siyasi tutsakların varlığı görmezden geliniyorsa. Barış, halkların ve tüm temsillerin katılımıyla mümkündür. Yoksa süreçler gelir geçer; barış ise hep ertelenir.
Kitle kuyrukçuluğu değil, faşizme karşı gerçek mücadele
Seçim muhabbetleri yoğunlaşmışken, ki burada yine AKP’nin oyununa gelinmiştir; CHP’nin kazanması mı, AKP’nin kaybetmesi mi? Sorular bu kadar dar bir çerçeveye sıkışmışken, cevap da dar kalıyor. Ben AKP-MHP bloğunun kaybetmesine sevinirim; ama bu CHP’nin kazanmasının sevinç nedeni olduğu anlamına gelmez. Çünkü her iki blok da halklara gerçek bir gelecek sunmuyor. Ne zaman bu ikisinden birine umut bağladıysak, kaybettik. Ve bu döngü sürecek. Mücadelemiz halkların iktidarı kurulana kadar devam edecek. O zamana dek hiçbir devlet kanadı bizim tarafımız değildir.
Faşizme karşı gerçek mücadele, halkın örgütlü gücüyle verilir. Seçimlerde de olduğu gibi, bugün “sol-sosyalist” ve “yurtsever” görünümlü yayınlar bile eleştiri sansürü uyguluyor. Süreci eleştiren soldan seslere yer vermiyor bu yayınlar da.
Gezi’de sokağa çıkanlara şimdi yine AKP-MHP saldırıyor; DEM oraya, yani son gösterilere katılsa hedef olacak, katılmasa ihanetle suçlanıyor. Tuncer Bakırhan’ın açıklaması tam da bu ikilemi gösteriyor: “Biz CHP’nin eylemci kitlesi değiliz, biz barışı toplumsallaştırmaya çalışıyoruz.” Bu net duruşa rağmen pusuda bekleyen ulusalcılar saldırıya geçiyor. Bir taraf CHP’yi temize çıkarmaya çalışıyor, öteki taraf DEM üzerinden Kürt düşmanlığı yapıyor. Oysa biz, ne faşizmin ne de Kemalizm’in tarafıyız.
İmamoğlu’na oy vermedim ve vermem, ama ona yapılan darbeyi lanetlerim. Bu bir çelişki değil; tutarlılıktır. Hak ihlallerine karşı tutum, kimliğe değil ilkeye göre belirlenir. Gezi’den hesap soranlara karşı direniş bugün de mümkündür. Gezi yeniden döner, yeter ki halk sahip çıksın.
Bugün devrimciler marş zorbalığına, bayrak şovlarına katlanmak zorunda değil. Mesele bayrak değil; temsil ettiği ideolojidir.
Barış için taraf olmak
Faşizm, insanlık suçudur. Nazi selamı neyse, bozkurt selamı da odur. AfD neyse, AKP-MHP-İYİP-Zafer Partisi de odur. Sömürgecilik hangi renk bayrak taşırsa taşısın, aynı baskıcı devleti temsil eder. Devletin “sağının” kaybetmesi bizi sevindirmez, “solunun” kazanması da umut vermez. Bizim mücadelemiz, halkların kendi gücüne güvenmesini sağlamakla ilgilidir. Hitler faşizmine karşı, tek başına da kalsa gerçek duruş sergileyen Horst Wessel gibi anti-faşist bir işçi olmak gerekir, kitle kuyrukçusu değil.
Faşizme, siyasal islama ve sömürgeciliğe karşı gerçek bir barış inşa edeceksek; “kimden geldiğine” göre değil, “ne olduğu”na göre tanımlamalı ve lanetlemeliyiz. Devletçi siyasetin sağında ya da solunda değil, halkların tarafında, sosyalist ve yurtsever bir tavırla durmalıyız.
Son haftalarda yazdığım konu üzerine birkaç yazıda da belirtiğim gibi; Süreçle ilgili görüşmelerde ve yapılan açıklamalarda, başta Sırrı Süreyya Önder olmak üzere, gereksiz görüntü ve söylemlerden kaçınılmalıdır. Diplomasi elbette önemlidir ancak ciddiyetin de korunması gerekir. Unutulmamalıdır ki, halkların değil devletin borcu ve vereceği hesap var.
Tüm politik tutsaklar serbest kalıncaya kadar, saldırılar son bulana kadar ve tüm anti demokratik uygulamalar sonlandırılana kadar, sömürgeci ve Kemalist olan oligarşik devletin şu anki temsilcisi AKP-MHP faşizmiyle devam eden “süreç” görüşmeleri askıya alınmalıdır…
Ne faşizm, ne Kemalizm! Gerçek barış halkların gücüyle gelecek!
Hüseyin Şenol – 13.04.2025