Söyleşiler

Published on Nisan 11th, 2025

0

Hasan Çapik ile söyleşi: Sanat karanlıktan çıkışın anahtarıdır


“Yüreği Ağzında Yeryüzü” adlı şiir kitabıyla toplumcu kuşağın ayak izlerini takip ederken aynı zamanda kendine özgü bir çizgi oluşturma çabasındaki yolculuğunu sürdüren Hasan Çapik’le sanatı ve şiiri üzerine konuştuk.


Söyleşi: Mustafa Güçlü

Mustafa GÜÇLÜ: “Yüreği Ağzında Yeryüzü” adlı şiir kitabınız geçtiğimiz günlerde “Mayko” yayınlarının bir imecesi olarak yayımlandı. İlk şiirinize; “şu kalabalığa deniz nasıl anlatılır/kirlerini muştularken birbirlerine” dizeleriyle giriş yapıyorsunuz. Çağımızın hızlı ve akışkan ritmi, kalabalıkların içinde yalnızlığa gömdüğü bireyi yanı başındaki güzellikleri göremez hale getiriyor. Sizce kabuğuna çekilerek kendi hapishanesindeki cezasına gönüllü rıza gösteren insan için şiir neyi ifade eder ya da etmelidir?

Hasan ÇAPİK: Merhaba! Sözünü ettiğin dizelerden hareket edeyim ben de. Biliyorsun, insan toplumsal bir varlıktır. Toplumun da kurallarına uygun olarak bir işleyişi vardır. Bu döngü içerisinde insan toplumdan, toplum insandan öğrenir. Sanat, bilim, felsefe veya uygarlık bu ilişkiyle gerçekleşir. Toplum insandan yana tavır aldıkça, gelişim için gerekli öğeleri sundukça ilerler. Toplum bu dinamiklerden yoksunsa bir “kalabalık”, “zorunlu bir toplam” olmaktan öteye geçemez. Böyle bir oluşumun özgür insanı ve onun özgürlüğüyle yarattıklarına karşıt olacağı da kesindir. Günümüzde toplumdan kalabalığa evrilen yapıyla bir avuç özgür birey kalmıştır. Ve bunlar da birbirine yabancılaşmıştır. Bu yabancılaşmayı yaratan sistemin adı kapitalizmdir. Çünkü kapitalizm çok iyi biliyor ki örgütsüz, kendine dahi yabancılaşmış, yoksulluğun bin bir haline alıştırılmış, kültürsüzleştirilmiş, dogmalar esiri, ırkçı ve mideye indirgenmiş insanı yönetmek kolaydır. Bu kalabalık, öyle bir felç halini yaşar ki “kir”lerini “muştu”(müjde) olarak aktarır. Sanat bu kalabalığa denizleri (yarınları) göstermeye çalışır. Kafalarındaki hapishaneye ışık tutar. Bunu kavrayan mahkûm için bir çıkış belirir. Sanat, karanlıktan çıkışın anahtarıdır.

-Kendinizi “Toplumcu Gerçekçi” bir şair olarak ifade ediyor, sanatınızı muhalif cephede konumlandırıyorsunuz. Sanatın piyasalaştığı bir dönemde toplumsal sorunları önceleyen şairlerin popüler kültürün yarattığı döngüyü kıramayarak görünmez hale getirildiklerini gözlemleyebiliyoruz. Bahsettiğim görünmezlik halesini toplumcu gerçekçi şairler nasıl kırılabilir?

  – Toplumun “kalabalık” aşamasına çekildiği yerde ne yazık ki toplumcu gerçekçi sanatın da esamesi okunmuyor. Çünkü gerçekliklerine yabancılaşmış toplumun kendi sanatını görmesi de mümkün değildir. Örneğin emek bilincine ulaşamamış bir işçi/emekçi, neden bu alandaki ürünlere yönelsin ki? O, çarpık bilinciyle patron olma derdindedir. Toplumcu gerçekçi sanat, mutlaka bu çelişkiyi kırmak zorundadır. Ama bunu da yapamıyor çünkü karşısında gücüyle, kurduğu ilişkilerle ve piyasasıyla kapitalizmin beslemesi “sanat” var. Bu sanat için devasa ödenekler, reklamlar ve ödüller var. Bunlar da yetmezmiş gibi toplumcu gerçekçi sanat “çağdışı / Don Kişotluk /ütopya” şeklinde insanlara sunuluyor. Ne yazık ki toplum da buna sorgulayıcı bakmadığından…  Bu kısır döngüyü nasıl kırabiliriz? Bana göre sanatımızda ısrar etmeliyiz. Toplumcu gerçekçi sanat adına ne varsa öğrenmeli, estetik forma çekip yaşamla buluşturmalıyız. Bizden öncekilerin birikimlerini özümseyip, ki tüm sanat tarihini kastediyorum, aşarak, yeni topluma ulaşabilmeliyiz. Ne insana ne de sanata yönelik katı yaklaşımlarımız olmamalı. Diyalektik olarak yaşamın bir evrimsel süreç olduğunu en iyi biz biliyoruz çünkü. O halde bilindik imgeler, retorik veya sloganvari şeyler bizim sanatımız olamaz. Estetik kaygılarımız üst düzeyde olmalı. Çünkü sanatın içsel devinimi de bunu gerektirir. Ayrıca estetik kaygılarımız, çağımızın insanıyla arzuladığımız iletişimi kurmamız açısından bize uygun dilin ipuçlarını verir. Hem sanattan hem insandan/toplumdan/tarihten/sınıf mücadelesinden öğreneceğimiz çok şey var. Bunların bilinci ve birikimiyle her alanda örgütlenebilirsek bu görünmezlik halesini rahatlıkla kırabiliriz.

-Felsefe eğitimi almış biri olarak şiirinizin altyapısında, imgesel zenginliği de hedefleyen düşünsel bir izlek görülüyor. Bildiğiniz gibi bu durum felsefi şiir/şair için bir olanak olabilirken aynı zamanda onu didaktizme sürükleyen bir handikap da olabilir. Bu konuda sizin kendi şiir pratiğinizden yola çıkarak düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

 – Bence insanlar belirli kavramlardan bilinçli olarak ürkütülüyor. Gelişigüzel birkaç kavram seçelim: “Sosyalizm, evrim, devrim, diyalektik, akıl, toplumcu gerçekçilik, didaktik…”Epiküros “İnsan kavramlarla düşünmelidir” der, binlerce yıl önceden! Kavramlarla düşünürseniz aklın hakkını verirsiniz ve yolunuz aydınlanmaya çıkar. Sınıflı dünyada bu gerçeklik çarpıtıldığı için akıl ayaklar altına alınır. Bilimin karşısına din konulur. Sanat ise insansızlaştırılır. Düşün, insan emeğinin en güzel ışıldadığı sanat, insandan mahrum edilir. Toplumsal bağı koparılır, anlamsızlık anlama dönüştürülür. Günümüzün post modernleri, post truth’ları, tarih bitti’leri bunları yapmıyor mu? Bizler kendi kavramlarımıza kendi aklımızla bakmayı unuttuk. Bir kaplumbağa birileri kabuğunu sert buldu diye çıkarıp atarsa anında ölür. Yani kavramlara kendi aklımızla bakarsak gerçekliğimizi inşa edebiliriz. Ve unutmayalım ki kavramların üzerinden de verilen bir sınıf mücadelesi vardır. Didaktik kısmına azıcık daha yoğunlaşayım. Toplumcu gerçekçi sanatçılar diyalektiği oldukça önemserler ve sanatın kendi içinde bir amaç olduğunu gayet iyi bilirler.  Birilerinin sandığı gibi biz sanatı bir siyasetin aracı olarak görmüyoruz. Eğer bu böyle olsaydı toplumcu gerçekçi sanat kendisini asla yenileyemezdi. Kaldı ki toplumcu gerçekçi sanat bir akım olarak ortaya çıkmadan önce de farklı şekillerde tarihte vardı ama farklı isimlerle anılmaktaydı. Bunu çok kollu bir nehre benzetiyorum. Sonunda aynı denize kavuşan nehir! Her sanatçı sınıfsal yapısının bilincinde kendi biçemini not düşer tarihe. Biz bu şairlerin hepsini kendi özgünlüğünde tanır ve değerlendiririz. Eluard, Mayakovski, jozsef, Neruda, Nazım… Kök aynı ama meyveler bambaşka! Sınıfının bilincinde, sanatsal ve felsefi birikimi dikkate alarak yol almaya çalışan şiirimin de bu açıdan didaktizme düşeceğini hiç sanmıyorum.

– Louis Aragon’un “Mutlu Aşk Yoktur” şiirine gönderme yapan bir şiirinizde; “hem koca bir aldanma değil midir/aşk için sütliman zamanlar beklemek/masal kaçkını mutluluklar ya da /aşkı diyalektiğinden koparan” derken şiir/şair için kendini aşan içkin bir aşkı bireyden başlayarak toplumsal mücadelenin neresinde konumlandırıyorsunuz?

– Ne yazık ki insan sınıflı bir dünyada kırık dökük yaşıyor. Aşk da bundan payını alıyor. Kendi benliğini insancıl öğelerle dolduramayan birinin aşık olması mümkün değildir. Aşkın içeriğini boşaltırsanız o başka! Dünyada neden bu kadar köktendinci, faşist siyasetler yükseliyor? Birilerinin emeğinden çalmak nasıl bir “yaşam felsefesine” dönüşüyor? gibi soruların cevabı çok basittir; aşkla olgunlaşmamış insandan her türlü kötülük beklenir. Ama aşkı yaşam ilişkilerinden soyutlamayalım burada uhrevi boyutlara çekmeyelim. Biz aşkla tamamlanmadık; aşka bilim veya siyaset yükleyemedik. Tıpkı kadınların özgürlüğünü yüklemediğimiz gibi. Söyleşi uzamasın diye diğer eksikleri geçiyorum. Eksikliklerimiz bizi daha çok saldırganlaştırıyor. Freudvari söylersek, cinsel güdülerimizin üzerine geçirdiğimiz perdeye aşk diyoruz. Cinsel devrimin olmadığı baskıcı toplumların başvurduğu bir yoldur bu.  Aşk buysa, aşk adına neden cinayetler işlenir? “Halkına aşık” siyasetçiler nasıl olur da halkı soyup soğana çevirir? Veya aşk bu kadar basit midir ki mistik zırvalarla piyasalaştırılır, kazanç kapısına çevrilir? Ben içeriği olan bir aşkla konuşurum. Şiirlerimde bunları yansıtırım. “Aşkı diyalektiğinden koparan” derken de kastım budur. Böyle bir aşkın tutkusu toplumu değiştirebilir.

-Bir şiirinizde; “yasalar yapılıyor güçlüden yana/güçlüler yapıyor çünkü yasaları” diye okurunuza sesleniyorsunuz.Yasaları her daim güçlüler yaparken gerçekliği her gün yeniden yaratan üreten emekçiler dünyanın her yerinde ağır bir baskı ve tecrit altında.

Yasaları yapanlara karşı sanatın safını belirleyen tutumların, yeni insanın inşasındaki rolü ne olabilir?

– Sanırım bunu cevapladım. Bir ekleme yapayım. Felsefe insanın aklını, sanat da yüreğini uyanık tutar. Sanatla işlenen duyular, edilgin olmaktan çıkar. Göz yalnız görmez, çirkini de saptamaya başlar. Kulak müziği arar, müzikte kaliteyi! vd. Bu, estetik olanın durmaksızın yaşama aktarılmasıdır. Bu az şey midir? Yaşamdaki çelişkileri görebilenler onun üstüne gidebilirler. Sanat duyumsama üzerinden bize bu olanağı sunar. Kapitalizmin toplumcu gerçekçi düşmanlığı da buradan gelir.

-Son kitabınızın adı “Yüreği Ağzında Yeryüzü” gerçekten çağımızın yıkımları, savaşları arasında kendini arayan insanın, umut ve özgürlük arayışını imliyor. Kitabınızın içeriği ve yayımlanma süreçleri hakkında okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?

– Senin de içinde bulunduğun bir oluşumdan, Mayko Yayınları’ndan çıktı kitabım. Elbette eksikliklerimiz var. Mayko’nun da öyle! Ama ben bunlara hazırlıklıydım zihnimde. Kendi yağında kavrulmaya çalışan toplumcu bir yayınevi için kaynak kıtlığından daha doğal ne var? Olsa şaşardım. Neyse, toplumun canı sağ olsun diyelim. İşleri imece usulü hallediyoruz. Yorulsam da emeğim geçtiği için mutluyum. Arkadaşlarımızın yaptığı iş son derece değerlidir. Mayko oluşumuyla ilgili şunu söylemek isterim eleştiri olarak: Sırtınıza aldığınız yük sizden çok büyükse kendinize değil yüke göre hareket ederseniz yol alırsınız.

– Nasıl bir şiir düşlüyorsunuz? Şu anki şiir ortamın kısaca nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hayali değil hayati bir şiir yazmanın peşindeyim. İsterim ki şiirim bir kanyon gibi giderek derinleşsin ve ürpertisiyle uyarıcı olsun. Bunları ne kadar yapıyorum bilemem ama yapmak istediğim kesindir. Çünkü insanı sarsacak bir şiire gereksinim var günümüzde. Dünya elimizden gidiyor daha ne olsun. Günümüz şiiri de bu rehavetinden, imge obezliğinden ve sözcük çarpıştırmaktan ötesine geçmelidir. Bu şiir anlayışı farkında değil ki elindeki ateş tenini yakıyor. Ortada okunmayan bir şiir varsa okunamayacak kadar kötü olmasındandır. Şairler esnaf gibi kapı kapı dolaşıp şiir satmasınlar. Ödüllerin şiiri felç ettiğinin ayırdına varsınlar. Şiirin özgül ağırlığı hiçbir ödül veya cezayla tartılamaz. Şiirin şahdamarı yaşama yüzlerini dönmeleri yeterlidir.

-Son söz olarak yeni çalışmalarınız hakkında bilgi verebilir misiniz?

 Birçok arkadaşımız şiir, roman veya öykü yazıyor. Ama kuram ve eleştiri alanında neredeyse yok denecek kadar az eser var. Okurlar bizim nasıl ürettiğimizi görmek istemezler mi? Biz tek ayakla maraton koşmaya çalışıyoruz. Benim gözlemime göre toplumcu gerçekçi sanatın en çok ihmal edilen alanı budur. Halbuki her düşünce yeni bir düşüncenin kapılarını açar. Biz şiir, roman veya öykü yazarken bir mucize gerçekleştirmiyoruz ya! Bunların oluşum aşamalarını, çalışma yöntemimizi vd diyalektik bir şekilde ortaya koyarsak bu çok değerli olacaktır. Bunun için de başka eserleri incelemeli, değerlendirmeliyiz. Bu mantık üzerinden hareket ederek yazdıklarım var. İleride böyle eser yayınlamayı düşünüyorum. Böylesi yazıların şiiri de daha yetkin görmemi sağladığını da eklemeliyim.

Teşekkür ederim.

                                                                                                                                            

Tags: , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑