Kozmopolit bakış açıları ve kimlik: Çatışma mı, fantezi mi? | Mehmed S. Kaya
• Hepimiz bir yandan yerel ve ulusal toplumun, diğer yandan ulusötesi küresel toplumun (kozmos) vatandaşlarıyız…
• Yeni hayal edilen topluluğun DEM Partisi tarafından temsil edildiğini iddia etmek sanırım çok da yanlış olmaz…
Dünya, hiçbir milletin tek başına çözemeyeceği küresel nitelikte bir dizi sorunla karşı karşıyadır. Çatışmaların azaltılması potansiyeli ile birleştiğinde, kozmopolitizm kavramını ve olgusunu daha iyi anlamak politik ve toplumsal açıdan ilgi çekicidir.
Norveç’te yaşadığım 50 yıl boyunca, insanların varoluş koşullarının, hem yaşam yönelimi hem de siyaset, kültürel ifadeler ve mesleki görüşler için anlayış çerçevesini karakterize edecek ölçüde kozmopolitleştiğine tanık oldum. Kozmopolitlik kendisini en açık şekilde ekonominin küreselleşmesi ve çok kültürlü toplumların yükselişiyle göstermektedir.
Bazı siyaset bilimciler kozmopolitizmin küreselleşme çağında uluslararası politika çalışmalarında bir paradigma değişikliğini temsil edebileceğini ileri sürüyorlar. Dünya, ulusötesi değişim ve teknolojik gelişmelerle giderek daha fazla küreselleşirken, kozmopolit bakış açılarının ve kimliklerin ortaya çıkıp çıkmayacağı sıkça tartışılıyor. Aynı zamanda milliyetçilik birçok Avrupa ülkesinde yeniden canlanıyor. Yaşanan gelişmeler şu soruları gündeme getiriyor: Kozmopolitizm küreselleşme çağında bir paradigma değişimini temsil edebilir mi? Yoksa bu gelişmeler ulusal sınırların olmadığı küresel bir toplumda yaşamanın imkansızlığının ifadesi mi? Ve bu gelişme, ulus devletin artık ulusal bütünlüğünü koruyamaması anlamına mı geliyor?
Hem küçük hem de büyük dünyamıza ait miyiz?
Kozmopolit hayali toplum, herkese ikili bir aidiyet (yurttaşlık) tanıyan bir toplumdur: Hepimiz bir yandan yerel ve ulusal toplumun, diğer yandan ulusötesi küresel toplumun (kozmos) vatandaşlarıyız. Ve dünya öyle bir hale geldi ki, her iki aidiyetlerimizin sorumluluğunu almamız kaçınılmaz hale geldi; küçük dünyamız ve büyük dünyamız. Yerel ve küresel tamamen yeni yollarla bağlantılıdır ve uzun vadede iki dünyanın kaderini tek bir ortak kader olarak görmek zorunda kalıyoruz. Bu, küresel düşünmemiz ve küresel sorumluluk almamız gerektiği anlamına geliyor. Bilgi rezervuarımızı genişletmemiz gerekiyor ama aynı zamanda kozmopolit bir empati geliştirmemiz de gerekiyor.
Kozmopolit, dünya vatandaşı düşüncesi, kökeni Yunan filozofu Cynic Diyojen’e kadar uzanan ve tarih boyunca pek çok düşünür tarafından benimsenen bir düşüncedir. Immanuel Kant “ebedi barış”ı anlatırken kozmopolit bakış açılarını benimsemiştir. Kant burada, bir yabancının düşman olarak kabul edilmemesi gerektiği anlamında misafirperverlikle muamele görme hakkının kozmopolit bir hak olduğunu tartışıyor.
Jan Kjaerstad: “Her ülke tüm dünyayı içerir. Ve bütün dünya her ülkeyi içerir”
Günümüzde, özellikle uluslararası politika çalışmalarında kozmopolitizm, Milletler Cemiyeti örneğinde görüldüğü gibi enternasyonalizme odaklanmasıyla liberal okul için özel bir ilgi alanı olmuştur. Bireysel düzeyde kozmopolitik ideal tip, “küresel insanlık topluluğuna bağlılığını borçlu olan kişi” olarak tanımlanıyor. Örneğin, “insani” olmak tam olarak ulusötesi değere sahip, belirli topluluklara veya toplumlara bağlı olmayan bir şey olarak anlaşılması gerekir.
Bu bağlamda terimi Immanuel Kant’ın kozmopolit devlet felsefesinin bir uzantısı olarak kullanıyorum (1). Buradaki fikir, dünyanın küreselleşme yoluyla gerçekten var olan kozmopolit bir sürece dönüştüğüdür. Toplumun hiçbir büyük sorununun tek bir ulus çerçevesinde çözülemeyeceği iddia ediliyor. Örnek olarak, Norveçli ünlü roman yazarı Jan Kjaerstad’ın şu fantazi ve aynı zamanda mantıksal sözüne atıfta bulunuluyor; “Her ülke tüm dünyayı içerir. Ve bütün dünya her ülkeyi içerir” (2). Elbette Kuzey Kore hariç. Bu tez, bireylerin kişilikleri hakkında psikolojik temelli bir teze benzemektedir; yani her insanın birçok kimliği barındırdığı tezi. Şu soruyu sormak gerekir: Türkiye’deki yerler ve koşullar, dünyadaki yerler ve koşullarla sistematik bir biçimde karşılaştırılabilir mi? Hayır ise, ki oraya varmak için gereken yol henüz çok uzun olduğundan, kıyaslanması da çok olası değildir, o zaman bireyler, ulusun kimliğinin alegorileri (temsili örneği) olarak ortaya çıkamazlar.
Ama bir bakıma kozmopolit bir sistem söz konusu: İç dünya, dış dünyayı yansıtır ve tersi de geçerlidir. Ancak sadece belli durumlarda. Tüm dünyaya ait olma duygusunu kabul eden bireylerin, farklı etnik veya kültürel geçmişlere sahip insanlara, örneğin geleneksel olarak «dış grup» olarak görülenlerin üyelerine karşı daha açık ve hoşgörülü olmalarını beklemek makul müdür?
Kozmopolit olanlar ve kozmopolit olmayanlar arasında açıklık ve hoşgörü anlayışı
European Values Study, EVS (Avrupa Değerler Araştırması) (3), Avrupa genelinde on sekiz yaş üstü katılımcıların tutum ve davranışlarını inceleyen bir araştırmadır. Buna göre kozmopolitin hoşgörülü açıklığı, kozmopolit olmayanın hoşgörülü açıklığından daha da öteye uzanıyor, ancak kendi “ters imajını” içerecek kadar ileri gitmiyor.
Anketler insanların bağlılık derecesi konusunda kesin bir bilgi vermiyor. Bu, dünyayla bağlantıyı ilk sıraya koyan ancak bu bağlantının o kadar zayıf olduğu için bazı yerlerde kendini evinde hissetmeyen kişiler olabileceği anlamına geliyor. Böyle bir kişi kendisini yabancı hissedebilir ve herhangi bir gruba karşı düşmanca tavırlar sergileyebilir. Bağlama göre farklı kimliklerin harekete geçmesi de mümkün olabilir. ‘Nerelisin’ sorusunda, soru bir hemşeri tarafından sorulduğunda bölge veya şehir yanıtı daha yaygınken, başka bir ülkeden biri tarafından sorulduğunda millet belirtilmesi tercih ediliyor.
Ayrıca, belirli bir gruba mensup insanları komşu olarak istememek ile önyargı arasında benzerlikler kurmak ve oradan bir adım öteye giderek, konularda önyargının olmamasının, o gruba karşı açıklıkla aynı şey olduğunu iddia etmek ilk bakışta sorunsuz görünmüyor.
Kozmopolit, birçok açıdan aşırı sağın antitezi ve onun karşıt değerlerinin temsilcisi olarak görülebilir. Belki de burada, liberal ikilemin kozmopolitlere sunduğu şekliyle ana hatlarını görüyoruz: Kimliğine tüm insanlığı dahil etme arzusunda sürtüşme ortaya çıkıyor, çünkü insanlık aynı projeye aktif olarak karşı çıkan grupları da içeriyor. Kozmopolitin hoşgörülü açıklığı, kozmopolit olmayanınkinden daha öteye uzanır, ama kendi “çarpıtmalarını” da içerecek kadar değil. O zaman ortaya çıkan soru, kozmopolitlerin hoşgörüsünün sonunda “cahil ve kültüre bağımlı insanları” da kapsayacak şekilde gelişip gelişmeyeceğidir. Çünkü “kültürel bağımlılığı” olan kişilerin değerleri, sadece kozmopolit değerlere temelden aykırı olmakla kalmıyor, aynı zamanda pek çok açıdan da uyumsuz. Bu, birçok bakımdan kendisini farklılaştırmayı reddeden kültürel bir gelenektir. Bu tür kültürlerdeki insanlar kolektif olarak bağlayıcı yaşam tarzları, davranışlar ve kararlar almak zorundadırlar. Her iki tarafın da birbirine daha az açık olduğunu düşünüyorum.
Kozmopolit kültür ve kimliğin gelişmesinde dil önemlidir
Dil, kozmopolit kültür ve kimliğin gelişmesinde önemli bir etkendir. İletişim aracı olarak dil, düşüncelerimizi, duygularımızı ifade eder ve sohbet ettiğimiz kişileri etkiler. Dil aynı zamanda kimliğin ve kültürün taşıyıcısı ve aracısıdır. Ve toplumda iletişimin, etkileşimin ve katılımın temel altyapısıdır.
Gerçekte, kimliğin çok boyutlu bir olgu olarak daha iyi anlaşılabilmesi için yerel bölgeye, ülkeye, kıtaya ve bir bütün olarak dünyaya bağlı hissetmek tamamıyla mümkün olabilir. Ancak EVS anketlerine göre, Avrupalıların belli bir kesiminin şu insan gruplarını komşu olarak istemediği de bir gerçek: Farklı ırktan insanlar; Müslümanlar; Araplar, göçmenler veya yabancı işçiler; Yahudiler; Romanlar (Çingeneler). Kozmopolit insanlar ise bu gruplara daha az açıktır.
Dünyaya bağlı hissetmeme olasılığı neden daha yüksek?
Sık sık yaşanan bir örnek: Farzedelim bir Anadolu’nun Türk-Müslüman değerleriyle donanmış bir ilçesinden, kendinizi Brüksel’de bir eğlence mekanında buluyorsunuz, tüm misafirlere alkol ikram edildiğini, domuz eti yemeğinin servis edildiğini, misafirlerin birçok dilde iletişim kurmayı ve swing dansı yaptığını görüyorsunuz. Bu insanlarla ne kadar ortak noktanız var? Bu hayat tarzlarına ne kadar katılabilirsiniz?
Ve eğer geçerli Avrupa dillerinden hiçbirini konuşmuyorsanız ve ayrıca alkol, domuz eti ve swing dansı konusunda kendinizi korumak istiyorsanız, o zaman gruptan sıyrılmaktan başka seçeneğiniz yok. Başka bir deyişle topluluğun bir parçası olmazsınız.
Brüksel örneğinden de anlaşılacağı üzere, Kozmopolitizm, farklılıklarına rağmen tüm insanların geçerli bir evrensel kimliğe sahip olduğunu işaret ediyor gibi görünüyor. Ancak insanlar arasındaki fiili farklılıklar, aynı zamanda bunu gerçekleştirme becerisini de gerektirir. Gerçekte, yakınlığı ve mesafeyi bu şekilde sınıflandırabiliriz: yakın aile, uzak aile; yakın akraba, uzak akraba; yakın dostlar, uzak dostlar; yakın ve uzak komşular vb. ve en uçta tüm insanlığı kapsayan en büyük çemberi buluyoruz. Ancak bunların deneyimi (birliktelik, duygu, etki vb.) mesafe nedeniyle aynı olmayacaktır. Tıpkı ailenizin yarısının Solhan’da, geri kalanının da Brüksel’de yaşadığı gibi.
Siz yereli, geleneksel, dinsel olarak koşullandırılmış yaşam tarzıyla temsil ediyorsunuz. Bu sizin kutsal yaşam tarzınızdır. Brükselliler ise sizin yaşam tarzınızın tam tersi bir yaşama erişmişler, yani küresel nitelikli özgür yaşam tarzı. Yerel ile küreselin burada bir bağlantı oluşturduğunu ya da (en azından retorik olarak) bir sistem oluşturduğunu görüyor muyuz? HAYIR!
Aslında sistem iki halkaya değil en azından üç halkaya dayanıyor: yerel (Anadolu’da köy, kasaba); ulusal (Türkiye); ve küresel veya ulusötesi – bu durumda Brüksel. Köyden kasabaya, Brüksel’e kadar uzanan ilişkilerle küresel bir ilişkiler sistemi oluşuyor. Kozmopolit bakış açısı ile ulusal bakış açısının aynı anda var olduğu söylenebilir. Ancak bunlar farklı düşünce ve yaşam modellerini ve dünya görüşlerini temsil etmektedir.
İki ideal tipin ana hatları: “milliyetçiler” ve “kozmopolit”ler
Kozmopolit kimlik ile ulus-devlete aidiyet arasındaki ilişkiye dair insanların görüşlerini araştıran çok sayıda uluslararası anket bulunmaktadır. Sonuçlar, ulus-devletle, özellikle yerel ile bağların hâlâ güçlü olduğunu, ancak yükselen neslin kendini dünyaya daha bağlı hissettiği bir kuşak değişiminin yaşandığını gösteriyor. Eğilimler küresel işbirliğine ve küreselleşmeye yönelik daha olumlu bir tutumu göstermektedir.
Milliyetçiler kendilerini ulus-devletle güçlü bir şekilde özdeşleştirirler, uluslararası kurumlara pek güvenmezler ve serbest ticaret yerine korumacı ekonomik politikaları tercih ederler. Öte yandan kozmopolitlerin daha geniş bir kimliğe sahip oldukları, kendilerini kıtanın veya dünyanın bir parçası olarak gördükleri, ayrıca uluslararası kurumlara daha fazla güven duydukları görülmektedir.
Küreselleşme kültürel alt yapıları derinden etkilemiştir. Bugün sorulan soru şudur; Çok kültürlü koşullarda toplumlar yeterli kültürel bütünleşmeyi nasıl kurabilirler? Batılı refah toplumlarında bir yandan yabancı olan her şeye karşı etnik merkezci tepkilerde bir artış, bir yandan da dayanışmadan uzaklaşma ve siyasi parçalanma var. Jürgen Habermas buna ulusal kimliğin katılaşması veya sertleşmesi olarak adlandırıyor. Öte yandan bu katılaşmış tepkiler, artık alternatifi kalmayan maddi bir dünya kültürünün özümsenmesi sonucu ulusal kültürlerdeki çeşitli tekdüze yaşam biçimlerini yumuşatan melez farklılaşmalarla çatışır.
Kürt toplumu kozmopolit eğilimler karşısında nasıl bir konumda?
Atalarımız binlerce yıldır dil, kültür, tarih, yaşam tarzı, coğrafi bölgeye bağlılık vb. faktörler üzerine kurulu kimliğimizi yaratıp geliştirdiler. Bu topluluk bağlantıları kim olduğunuzu tanımlar. Ancak Türkler adına Türklüğü yeniden tarif eden Balkan ve Kırım kökenli devşirme “Türklerin” önderlik ettiği Cumhuriyet yapılanması ile, yerli bir halk olan Kürtlerin varlığı yok sayıldı. Ve sadece Türk dili ve kültürüne anayasal koruma tanınmıştır. Bu uygulama hala devam ediyor. Türk olmayan toplulukların dil, kültür ve siyasi haklarını koruyacak anayasal güvencelerden yoksun bırakıldı. Tek bir kimliğin tamamen doğal “haznesi” haline gelen ulus-devlet ortaya çıktı; yani Türk kimliği. Anayasal güvence ile Türk kimliğine ayrıcalıklar tanıdılar. Ve buna karşı çıkanları ayrılıkçılıkla suçlayıp ağır cezalara çarptılar. Kürtlere ve Türk olmayan halklara zulüm ettiler ve hala ediyorlar.
Kürt bölgelerinin sömürgeleştirilmesi ve insanlık dışı baskıcı yöntemlerle uygulanan zorla «Türkleştirme» politikası, Kürt ulusal topluluğu küçüldü, ancak tamamen dağılmadı. Kürtlerin çoğu kimliklerini en azından duygusal planda belli bir dereceye kadar korudularsa da, Kürt milli toplum fikri dağınık hale geldi. Bu nedenle Kürt kimliğinin iki toplum oluşumuyla özdeşleşecek şekilde yeniden bağlamlandırılmasına ihtiyaç duyuldu; (1) yeni hayal edilen topluluk ve (2) kozmopolit topluluk.
Yeni hayal edilen topluluğun DEM Partisi tarafından temsil edildiğini iddia etmek sanırım çok da yanlış olmaz. Ve Türkiye’nin metropol kentlerinde ve Avrupa’da yaşayan Kürtlerin bir kısmının kozmopolit bir kimlik anlayışına yöneldiği de görülmektedir. Çok sayıda genç Kürtler dünyaya entegre olmak istiyor.
Kaynaklar:
- Immanuel Kant: Den evige fred, Oslo, Aschehoug, 2015.
- Jan Kjaerstad: Forføreren. Oslo: Aschehoug, 2006.
- European Values Study, EVS 2023.
Mehmed S. Kaya: Bingöl’ün Solhan ilçesinin Keşkon mezrası doğumludur. Norveç Innlandet Üniversitesi’nde sosyoloji profesörüdür. ‘The Zaza Kurds of Turkey’ kitabının yazarıdır.
30.05.2025