Söyleşiler

Published on Mayıs 29th, 2025

0

LATITUDES: Türkiye’de gerçek bir barış için başlıca koşullar


Brüksel’deki ULB (Fransızca) ve VUB (Flamanca) üniversiteleri tarafından insan hakları, göç ve ifade özgürlüğü konularında enformasyon vermek amacıyla kurulan LATITUDES, sürgündeki Kürt gazetecilerden Halil Baysoy tarafından kaleme alınan “Türkiye’de barış mümkün mü?” başlıklı bir söyleşi yayınladı.  (https://medialatitudes.be/is-peace-possible-in-turkey/)

Söyleşide DEM Parti milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, akademisyen Yektan Türkyılmaz, Belçika’daki Kürt diaspora örgütü NAV-BEL sözcüsü Orhan Kılıç ve Info-Türk yayın yönetmeni Doğan Özgüden Türkiye’de gerçek bir barış için görüşlerini açıklıyor.

Söyleşide Doğan Özgüden’in görüşleri:

“Deneyimli gazeteci Doğan Özgüden, hem Öcalan’ın hem de PKK’nın ‘yasal ve demokratik reformlar’ çağrısında bulunduğunu belirttikten sonra, AKP-MHP hükümetinin ancak Öcalan, HDP eski lideri Selahattin Demirtaş ve arkadaşları, Osman Kavala ve Gezi Parkı eylemleri tutukluları ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu serbest bırakarak gerçek bir barış ortamı yaratabileceğini vurguladı.

“Özgüden, yasal reformların ve demokratikleşmenin barış için ana koşul olduğunu vurguladıktan sonra şunları söyledi: ‘Suriye yönetimine el koyan Heyet Tahrir el-Şam’ın lideri Ahmed el-Şara’ya verilen uluslararası destek karşısında YPG’nin silahsızlanmayı reddetmesi Rojava halkının tamamen meşru bir hakkıdır. Yeni bir çatışma döngüsünün başlaması halinde bunun tek sorumlusu Ankara rejimi ve destekçileri olacaktır. Ayrıca, 24-25 Mayıs tarihlerinde Hollanda’da Kürdistan’ın dört parçasından ve diasporadan gelen delegelerle toplanan Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK)’nin yaptığı çağrı dikkate alınmadığı sürece çatışmanın sona ermesi mümkün olmayacaktır.’

“Özgüden sözlerini ‘Türkiye’deki mevcut rejimin sona ermesinin temel koşullarından biri Kürt sorununun çözülmesidir’ diyerek tamamladı.”

ÖZGÜDEN’İN SÖYLEŞİSİNİN TAM METNİ

Doğan Özgüden’in LATITUDES’de özetlenerek yayımlanmış olan söyleşisinin tam metnini paylaşıyoruz:

S -Bu çok katmanlı siyasi atmosferde sizce Erdoğan neyi hedefliyor? Yeni bir çözüm süreci mi başlıyor, yoksa taktiksel bir hamle mi izliyoruz?

C – Erdoğan ve çevresinin gerçek bir çözüm süreci amaçladığını düşünmüyorum, tek dertleri kamuoyu yoklamalarının sık sık teyid ettiği itibar kaybı ve ekonomik durumun günden güne daha da kötüye gitmesi karşısında en azından gerçekten barış özlemi içinde bulunan seçmenlerin gözünü boyayıp zaman kazanmak, olası bir erken seçimde bu seçmenlerin bir kısmının oyunu alabilmektir.

S – Abdullah Öcalan’ın silah bırakma çağrısını nasıl değerlendiriyorsunuz? PKK’nin silah bırakmasının ardından nasıl bir dönem bekliyorsunuz?

C – Öcalan’ın barış çağrılarının nerdeyse 30 yılı bulan bir geçmişi var… Daha 1998 yılının 1 Eylül’ünde Med TV üzerinden yaptığı barış çağrısının bizzat tanığıyım… Türk Devleti’nin buna yanıtı, bildiğiniz gibi, Öcalan’ın Kara Kuvvetleri Komutanı’nın doğrudan tehdidiyle Suriye’den çıkartılıp Avrupa ülkelerinde sürgüne zorlanması, ardından ABD’nin fiilen rol oynadığı bir komployla Kenya’da tutuklanıp İmralı’da tecrit edilmesi oldu. 2013’teki süreç de 2015’te aynı şekilde sonlandırıldı. Öcalan’ın son çağrısında benim için önemli olan, metin dışı olarak söylediği “hukuki ve demokratik reformların yapılması” istemidir. Silah bırakma kararı alan PKK Kongresi de aynı istemi dile getirmiştir. Ne var ki, şu ana kadar  bu konuda hiçbir somut adım atılmadığı gibi,  devlet terörü tüm acımasızlığıyla sürüp gitmekte… Eğer gerçekten bir barış sürecine girilecekse, bu süreç Öcalan’ın da, yıllardır zindanda yatırılan HDP lideri Selahattin Demirtaş ve mücadele arkadaşlarının da, başta Osman Kavala olmak üzere Gezi Direnişi mahkumlarının da, İstanbul Belediye Başkanı İmamoğlu’nun da serbest bırakılıp barış arayışına fiilen katkıda bulunabileceği bir ortamda başlamalıdır.

S – Cumhuriyetin 102. yılında kalıcı bir Türk-Kürt barışı mümkün mü? Şu anda yürütülen süreç, 2013’teki çözüm süreciyle kıyaslandığında ne gibi farklar gösteriyor?

C – Cumhuriyetin kaçıncı yılında olursa olsun, kalıcı bir Türk-Kürt barışının gerçekleşmesi, kuvvetler ayrılığını gerçekten garanti altına alan, başkanlık sistemine son vererek parlamenter sistemi ihya eden, Kürt ve farklı kökenlerden ve inançlardan tüm yurttaşları eşit haklara kavuşturan, zindanları boşaltıp basın ve ifade özgürlüğünü garanti altına alan anayasal ve yasal değişiklikler yapılmadıkça mümkün değildir. 2013’teki süreç, en azından Erdoğan’ın masayı devirdiği ana kadar nüfusun farklı kesimlerinin aktif katılımda bulunduğu, gerçekten umut bağladığı bir süreçti… Bugün herşey sadece Beştepe’deki diktatörün ve onun yardakçılarının “lütufkârlığı”na bağlı görünüyor… Hele Avrupa kıtasının en büyük metropolü İstanbul’un belediye yönetimine, üstelik son seçimde Kürt’lerle “kent uzlaşısı” yaptığı gerekçesiyle misli görülmemiş bir terör uygulanmaktayken, daha önce benzeri saldırıya uğratılmış Kürt belediyelerinde “Kayyım” istibdadı sürdürülürken gerçek bir “barış süreci”nden söz etmek mümkün müdür?

S – Süreç sorunsuz ilerliyor gibi görünse de, YPG’nin silah bırakmaması yeni bir çatışmalı sürecin başlangıcı olabilir mi?

C – Bir yandan Türk Devleti’nin silahlı saldırıları, öte yandan Suriye’de varlığını sürdüren Ankara beslemesi terör çetelerinin tehditleri, daha da vahimi Suriye yönetimine el koyan Hey’etu Tahrîri’ş-Şâm lideri Ahmed el-Şara’nın bugün ABD ve Fransa liderleri başta olmak üzere tüm ülkeler tarafından destekleniyor olması karşısında YPG’nin silah bırakmaması Rojava halkının son derece meşru hakkıdır… Yeni bir çatışmalı sürecin başlamasından ancak Ankara rejimi ve onun destekçileri sorumlu olacaktır. Kürdistan’ın dört parçasından ve diasporadan delegelerin katılımıyla 24-25 Mayıs 2025 tarihlerinde Hollanda’da toplanan Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK)’nin yaptığı çağrı dikkate alınmadığı takdirde çatışmalı sürecin sonlanması mümkün değildir.

S – Kürt meselesinin çözülmesi, Türkiye-AB ilişkilerini nasıl etkiler? Demokratikleşme talepleri bu süreçte ne kadar belirleyici olabilir?

C – Türkiye-AB ilişkileri, özellikle Avrupa Birliği üyesi ülkelerde aşırı sağ partilerin giderek daha büyük bir güç kazanmaları, hattâ belli ülkelerde iktidar ortağı olmalarından, dahası ABD’nin yeni başkanı Trump’ın hem AB, hem de NATO bünyesinde büyük sarsıntılar yapan açıklamalarından ve kararlarından sonra giderek belli değişikliklere uğrayabilir… Oportünist hesaplarla Türkiye’deki rejime karşı daha toleranslı bir tavır takınılabilir… Yine de Türkiye’deki faşizan rejim devam ettikçe, tam üyelik görüşmelerinin yeniden başklaması mümkün değildir… Bilindiği gibi, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik görüşmeleri AKP büyük vaadlerle iktidar olduktan sonra 3 Ekim 2005’te başlamış, ancak Erdoğan’ın 2015’te Kürt ulusal direnişiyle barış masasını devirmesinden ve 2016 çakma darbesini bahane ederek misli görülmemiş bir devlet terörü başlatmasından sonra kış uykusuna yatırılmıştır. Türkiye’deki faşizan rejimin sona erdirilmesinin ana koşullarından biri hiç kuşkusuz Kürt meslesinin çözülmesidir…  Türkiye’nin sadece Avrupa Birliği’nde değil, Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler nezdinde de saygı duyulur bir ortak olabilmesi için, AKP-MHP diktasının bir an önce alaşağı olmasından, o bağlamda Kürt sorununun kalıcı şekilde çözülmesinden başka çare yoktur.


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑