Le Scouarnec Davası: Çocukları korumayan sistemin ifşası | Nazlı Top
Joël Le Scouarnec davası, sadece bir suçlunun mahkumiyetiyle sınırlı olmayan, erkek egemen sistemin derin yapısal krizini gözler önüne seren örneklerden yalnızca biri. 1989’dan 2014’e kadar çoğu çocuk olmak üzere 299 kişiye cinsel saldırıda bulunan eski cerrah, Morbihan Ceza Mahkemesi tarafından 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bu ceza, Fransız yasalarının öngördüğü en üst sınır olsa da, ne mağdurların öfkesini dindirebildi ne de sisteme duyulan güvensizliği giderebildi. Çünkü asıl sorun, bir “canavar”ın cezalandırılması değil; o canavarı yıllarca koruyan, mesleğinde tutan ve mağdurların çığlıklarını bastıran erkek egemen yapının ta kendisiydi.
Le Scouarnec’in suçları kişisel sapkınlık veya pedofiliyle açıklanamaz. Bu suçların sürekli üretildiği koşullara, yani patriyarkal düzenin meşrulaştırıcı ideolojilerine, neoliberal sağlık sisteminin kâr odaklı işleyişine ve mesleki kariyere dayalı korumacılığa bakmak gerekir. Le Scouarnec gibi “saygın” görünen, doktor veya din adamı gibi makam sahibi kişilerin suçlarının uzun süre görmezden gelinmesi, suç üretme zeminini besliyor. Bu sosyal statü korumacılığı, hem mağdurları sindiriyor hem de kurumları sessizliğe itiyor.
Le Scouarnec’in 2005’te çocuk pornografisi bulundurmaktan hüküm giymesine rağmen doktorluğa devam edebilmesi, sadece bireysel ihmal değil, işleyen erkek egemen bir sistemin sorumluluğudur. Hastaneler, “itibar” ve “verimlilik” adına şikayetleri halının altına süpürmeyi tercih etmiş; çocukların güvenliği, kurum itibarı ve profesyonel hiyerarşi uğruna göz ardı edilmiştir.
Sağlık Bakanı Yannick Neuder’ın dava sonrası yaptığı “bir daha asla” açıklaması, yıllardır çocuk hakları savunucularının verdiği mücadele karşısındaki devlet pasifliğini örtememektedir. “La Voix de l’enfant” ve “Mouv’Enfants” gibi örgütlerin yıllardır dile getirdiği sistematik şiddet gerçeği, ancak kamuoyunun ve mağdurların ısrarlı çabalarıyla gündeme gelebilmiştir.
Rakamların Gölgesinde Kalan Gerçekler
Bağımsız Ensest ve Çocuklara Yönelik Cinsel Şiddet Komisyonu’nun (Ciivise) verilerine göre, Fransa’da her yıl yaklaşık 160.000 çocuk cinsel şiddete uğruyor ve bu vakaların %77’si aile içinde gerçekleşiyor. Buna rağmen, çocuklar şiddetin farkına varmakta ya da seslerini duyurmakta zorlanıyor. Devletin kurumsal mekanizmaları, mağdurların başvurularına genellikle geç yanıt veriyor ya da etkisiz kalıyor. Ulusal çocuk koruma hattı 119’a yapılan başvuruların çoğunda çocuklar ya yeterince korunamıyor ya da travmalarına yenileri ekleniyor. Mouv’Enfants kurucularından Arnaud Gallais’in sözleri durumu özetliyor: “On vakadan dokuzunda çocukları koruyamıyoruz. Yani bir çocuğa ‘Sana inanıyorum ama seni koruyamıyorum’ demek zorunda kalıyoruz.”
Sistemi Değiştirmeden Adalet Mümkün mü?
Kadın ve çocuk hakları savunucularının çağrısı net: Bu dava, yalnızca bir kişinin değil, bir sistemin yargılanması olmalıydı. Adalet, yalnızca cezaların verilmesiyle değil; istismarı doğuran, besleyen ve koruyan tüm yapıların ifşa edilmesi ve dönüştürülmesiyle mümkündür. Cinsel şiddet, yalnızca bireyler arası bir suç değil; toplumsal eşitsizliklerin, sınıf ve cinsiyet temelli iktidar ilişkilerinin ürünüdür.
Le Scouarnec örneğinde olduğu gibi, sistem içinde yükselmiş bir erkek, çocukların bedenlerini sistematik olarak istismar ederken korunmuş; onu uyaran, bildiren, şüphelenen herkes susturulmuş ya da görmezden gelinmiştir. Tıpkı Kilise vakalarında, Gisèle Pelicot
Mazan davasında, özel okullarda veya aile içi şiddet dosyalarında olduğu gibi.
Ne Yapmalı?
Bu dava, kadın ve çocuk hakları için mücadele eden örgütlerin yalnız bırakılmaması gerektiğini, dayanışma ve kamusal baskının dönüştürücü gücünü bir kez daha göstermiştir. Bugün yapılması gerekenler:
Çocuk koruma sisteminin demokratikleştirilmesi: Mağdur odaklı çalışan, bağımsız ve denetlenebilir bir yapı oluşturulması.
Meslek içi suskunluk zincirinin kırılması: Sağlık, eğitim ve hukuk alanında çalışan tüm bireylerin bildirim yükümlülüklerinin sıkı denetimi ve uygulanması.
Patriyarkal normlara karşı köklü mücadele: Eğitimin her kademesinde toplumsal cinsiyet eşitliği temelli bir yaklaşımın benimsenmesi.
Önleyici politikaların hayata geçirilmesi: Devletin suç işlendikten sonra değil, öncesinde harekete geçmesi; çocukların ve kadınların kamusal güvenliğinin etkin şekilde teminat altına alınması.
Sonuç olarak; Le Scouarnec davası, ne ilk ne de son olacak. Ancak bu dava, sistemin kendi eliyle yarattığı suçlulara karşı sorumluluğunu hatırlatması bakımından bir dönüm noktasıdır. Gerçek adalet, yalnızca bir mahkeme salonunda değil; toplumun her hücresinde patriyarkal iktidarın çözülmesiyle mümkündür. Cezalar yetmez. Sessizlik duvarları yıkılmadan, istismar sürer.
Ve bizler, bu duvarları yıkma kararlılığından vazgeçmeyeceğiz.
Nazlı Top – Paris – 29.05.2025