Maksatları bizi korkutup, sindirmek ve dahasıydı… | Gül Güzel
Yaşatılmış gerçek hikayemsi zulümler…
Çocukken, yazar olan babamdan da benzeri hikayeleri dinlerdim ama yaşamıma bu tür zulümlerin birgün aksedeceğini düşünemiyordum. Kimliğim ve inancımın inkar edilerek büyürken, bazı inanılmaz gerçeklerle de karşılaştım. İnsanların kimlik ve inançlarından dolayı yakılmasına şahit olurken, birilerinin de bu yananlara alkışla eşlik etmelerine de… Daha sonra geldiğim gurbet ellerinde de benzeri zulüm, işkence yaşayanlarla tanıştım. Kimliğinden dolayı terör olarak görülüp, zindanlarda insan aklının alamayacağı çeşitli işkencelere uğrayanları dinledim. Alevi inancında olan bir kişiye yapılan işkencelerden sadece birkaçını yazdım. Hani,’’ bu ülke size ne yaptı?’’ diyenler var ya!!! Örneğinde olduğu gibi. Mağdurun ismini anonim tutuyorum.
Sabah saat 05’te evimizi 10-15 polis bastı. Yatağımda gözlerimi açtığımda, her iki kolumu yastığıma doğru sıkarak bastıran iki polisin yüzüyle karşılaştım. Bütün evimizi, çocuklarımız da dahil olmak üzere 4-5 saat silah ve delil arama bahanesiyle taciz edip, dağıttılar. Beni ellerimi arkadan kelepçeleyerek, ceketimi de arkadan kaldırarak kafamın üstüne geçirerek evden çıkardılar. Bütün komşularımız da bu sahneye şahit oldular. Zaten maksatları da buydu. Bizi teşhir etmek, korkutmak, sindirmek, bir suçlu gibi toplumun içine utanıp, çıkamamak imajı yaratmak…
Beni götürdükleri karakolda, önce 3-4 saat bir hücreye attılar. Daha sonra kapıdan bağırarak, ellerimi duvara dayandırıp, arkama kesinlikle bakmamamı söylediler. Ben o pozisyonu alınca, 3-4 kişi içeriye girip, arkamda durarak, önce gözlerimi ardından ellerimi de arkada bağladılar. Her koluma birisi girerek beni bir koridordan yürüttüler. Ve bana sürekli ‘’Dikkat et düşeceksin!, başını eğ vuracaksın!’’ diye alaylı şekilde ve de çok hızlı bir şekilde yürütüyorlardı. Ama sürekli olarak,’’dikkat et. Düşer ölürsün!’’ diyorlardı. Ben kendi kendime, her biriniz bir kolumdan tutuyorsunuz. Ben artık nasıl düşüp, ölebilirim ki?’’ diye düşünüyordum. Ama ben ilk olmayacaktım. Kaç kere, merdivenden düştü veya kendini camdan attıp, öldü! Süsü verilerek öldürülenlerin haberlerini duymuştum …
Ve nihayet işkence hücresine kavuştuk. Ellerimi açıp, soyunmamı söylediler. Ben de gayri- ihtiyari ceketimi çıkardım. Alayla gülerek, bütün giysilerimi çıkarmamı söylediler. Ondan sonra, ‘’yere uzan!’’ dediler. Ellerim başımın arkasında olacak şekilde sırtüstü yere yatırdılar. Her iki ayağımı kadınların Jineoloji sandalyesindeki hali gibi bir duruma getirdiler. Her iki ayağımın üzerine ya birileri oturdu veya benzer bir ağırlık yerleştirildi. Yani benim bacaklarımı hiçbir şekilde hareket edebilme imkanım yoktu…Sonra ellerinde eldiven olan birisi uznuvlarımı avuçlarında iyice ezerek burktuktan sonra şamarlarla vurup,işkenceye devam etti. Bu işkecenin acısıyla, bütün hücrelerimi ruhumdan çekiyorlardı. O anda nasıl bağırdığımı hatırlamıyorum. Ama ses tellerimde kopmalar, boğazımda süreklileşen yıpranma-hasarlar oluştu ve hala var.
Bu ve buna benzer işkencelerin ne kadar sürdüğünü zaman olarak bilemiyorum. Beni işkence eden İşkenceciler bir seferinde çok korkmuş olacaklar ki, birilerinin adımı çağırarak, yüzümü suyla yıkadığını gördüm. Ama bayılmadan önce şunu çok iyi hatırlıyorum. Ben işkenceden dolayı bayılmak üzereyken, ‘’Şimdi sana suyla duş aldıracağız!’’ dediklerini…Ben de biraz rahatlayacağımı diye düşünüp, beklenti içerisindeyken, üstüme su yerine işediklerini hissettim. Bu davranış, diğer fiziki işkencelerden daha iğrenç, berbattı!!!
Yine bir gün bulunduğum hücrenin kapısının önünde içeriye bağırarak, yüzümü duvara dönüp, etrafıma kesinlikle bakmamamı söylediler. Ondan sonra içeriye girip gözlerimi bağladılar. İşkenceye götürülmemiz hep böyle oluyordu…ama işkence grubu kanımca hep ayrı uzman işkencecilerden oluşuyordu. Yapılacak işkence her seferinde değişik olduğu için bu konuda uzmanlaşmış işkenceciler geliyordu. Çünkü her yapılan işkence ölüme bir kala durduruluyor, insan ölmüyor ama ölümden binlerce kez kötü oluyordu…Bu tür işkenceler yapılırken defalarca dua edip, Allahtan bir an önce ölmemi istemiştim. Çünkü bir kerelik ölüm, beni sürekli bu tekrarlanan işkenceler vahşetinden kurtaracaktı…
Bu sefer değişik bir işkence ve ona uygun bir işkence yerine götürüleceğim belliydi. İşkencecilerin hiç yüzünü göremiyordum ama hissederek ve seslerinden ayırt edebiliyordum. Beni ite-kaka 2-3 kat yeraltı bir zemine götürdüler. Nerede olabileceğimi algılayıp-hissetmeye çalıştığımda, burnuma havadaki deniz – yosunu veya balıklı su kokusu geldi. İşkencehanenin kapısında çırıl-çıplak soyunmam istendi. Ondan sonra yaklaşık 80 cm yüksekliğinde bir de balıkçıların tuttukları balıkları biriktirmek için kullandıkları fıçıya onların yardımıyla girdim. Fıçının içinde dizlerimi kırıp, ellerimi kulaklarımın arkasında tutacak şekilde çökmemi söylediler. Ben bu istenen durumu aldıktan sonra, arkamda bulunan ve sürekli sırtımda omuriliğim üzerinde akması ayarlanan soğuk su hortumu açıldı…dedikten sonra o anı yeniden yaşarcasına çırpınarak, oturduğu sandalyeden yerdeki halının üzerine düştü ve uzun süre kendine gelemedi ama işkencenin sonunu da anlatamadı…
İşkencelerin yapıldığı kişi Alevi, yıl 2010, yer İstanbul… diyerek yazımı burada sonlandırıyorum.
Kadının Kaleminden: Gül Güzel – 04.07.2025