Mücadele eden yenilebilir; mücadele etmeyen baştan kaybetmiştir! | Cihan Yıldız
Komünistler, mücadelede, mücadelenin inişli, çıkışlı olduğunu; bu mücadelenin düz bir hat izlemeyeceğini bilirler…
Egemen sınıflar, işçilerin-emekçilerin aleyhinde olan yasaları çıkardıklarında, bu yasaları “reform” olarak adlandırırlar. Burjuvazi, dünyanın birçok ülkesinde, işçi sınıfına “reform” adı altında saldırmaktadır.
Egemen sınıfların derdi, burjuva sınıfın daha fazla kâr elde etmesini sağlamak, bunun için bugüne kadar işçilerin, emekçilerin mücadele ile sağlamış oldukları kazanımları birer birer ortadan kaldırmaktır.
Onlar için “reform hareketi” bir avuç kapitalistin nasıl daha fazla çıkar sağlayacağının planlanması, bu yoldaki “engellerin” –ki bu çoğu kez kazanılmış hakların geri alınmasıdır– temizlenmesi, yasal düzenlemelerin yerine getirilmesi, daha fazla soygunun-sömürünün yasal zemine oturtulması çalışmasıdır.
Onlar için “reform”, “globalizm” adına tüm dünyada emperyalist ve gerici devletler arasında yürüyen pazar dalaşında, sözcüsü oldukları hâkim sınıfların güçlendirilmesi hareketidir. Bu, yine “devletin, ülkenin çıkarları” adına işçilerin-emekçilerin kazanılmış haklarının tırpanlanması, burjuvaziye yeni imtiyazlar sağlanmasından başka bir şey değildir.
“Reform” hareketinin Kuzey Kürdistan-Türkiye’deki anlamı, faşist Türk devletinin emperyal hedefler peşinde koşması, sömürücü sınıfların soygun ve talandan daha fazla pay almasını garanti altına almak ve sömürü çarkının burjuvazi açısından daha sistemli, daha sürekli, daha cüretli sürdürülmesidir. Kuzey Kürdistan-Türkiye’de de “reformlar” geniş emekçi yığınların çıkarlarını savunmak için değil, sermayenin daha fazla sömürmesi için yapılıyor. Onların “devrim niteliğinde” dedikleri “reformların” özü budur…
İçinden geçtiğimiz dönem, egemen sınıfların saldırılarını “reform” kisvesi altında gizledikleri bir dönemdir. Bu reformların ne anlama geldiğini daha somut ifade etmek gerekirse, şöyle bir tabloyu hatırlatmak gerekiyor: İşçiler “reformların başarısı” adına sokağa atılıyor, milyonlarla ifade edilen işsizler ordusuna yeni milyonlar katılıyor… Yine “reformların başarıya ulaşması” adına işçilerden, emekçilerden özveri bekleniyor; işçiler-emekçiler işlerini kaybetmemek için sosyal kazanımlarından vazgeçmeye zorlanıyor, kazanılmış sosyal haklar tırpanlanıyor. Reel ücretler en alt düzeye çekiliyor; ya çok düşük ücretle çalışma ya da işsizlik arasında bir ikilemle karşı karşıya bırakılan işçiler-emekçiler hiç olmazsa işyerini kaybetmemek için tüm saldırılara boyun eğmek durumunda bırakılıyor. İşçi sınıfı ve emekçi kesimler hâkim sınıfların saldırılarının karşısına örgütlü mücadeleyle ve gerektiği ölçüde karşı çıkamıyor.
Sarı, reformist, faşist sendikalar, sendika konfederasyonları, yürüyen saldırılar karşısında çoğunlukla sessiz kalıyor, işçilerin hak alma mücadelesini örgütleyeceklerine ve işçileri bu mücadeleye çekeceklerine, mücadelenin büyüyüp genişlemesi yönünde temel engellerden birisi oluyor; sınıfın çıkarlarını kendi varlık koşullarını ve çıkarlarını sürdürmeye kurban ediyorlar. Az sayıda burjuvazinin saldırılarına karşı işçi sınıfının direnişlerini örgütlemeye çalışan küçük sendikaların üzerinde faşist devletin ceberut baskısı uygulanıyor. Sendika önderleri hapsediliyor.
Diğer taraftan işçi sınıfının mücadelesine önderlik ettiğini söyleyen devrimci “sol” siyasi hareketlerin işçi sınıfı içinde önemli bir örgütlü gücü, etkisi yok. Kötü gidişatın kırılması yönünde dişe dokunur bir çaba, bir inisiyatif geliştirilemiyor. Çokça laf üretiliyor; iş pratiğe gelince kolaycı yöntemlere kaçılıyor, çoğu zaman sloganlarla durum “idare edilmek” isteniyor. Sınıfın öncüsü olduğunu söyleyen çeşitli oluşumların sınıf hareketinin içindeki çalışmada kendi aralarında doğru dürüst bir iletişimi/dayanışması yok; grupçu rekabet bu alandaki çalışmanın –her zaman olduğu gibi– önünde yürüyor…
İçinde geçtiğimiz dönem böyle bir dönemdir.
Hiç umut yok mu?
Elbette var: Kimi işyerlerinde yürüyen grev ve direnişler, hâkim sınıfların oluşturmaya çalıştıkları mezar sessizliğini bozan eylemler olarak içinden geçtiğimiz saldırı döneminin “umudu” oluyorlar. En azından bu direnişler işçilerin saldırılara karşı olabildiğince örgütlü bir direnişin mümkün olduğunu, hatta yer yer bu tür direniş ve grevlerle somut kimi saldırıların püskürtülebildiğini, hak alma mücadelesinin başarıya ulaşabildiğini göstermeye hizmet ediyor…
“Daha iyi kölelik koşulları” mi, “köleliğin kaldırılması” mı?
İçinden geçtiğimiz dönemde işçi sınıfı hareketi içinde “devrim” hedefiyle çalışmak “verimli” değil… “Devrim” temelinde işçi sınıfı hareketi içinde örgütlenmek iğne ile kuyu kazmak kadar zor… Ama buradan çıkarılması gereken sonuç “devrim temelinde” mücadeleden, örgütlenmeden vaz mı geçmek olmalı? “Devrim” mücadelesi bir kenara mı bırakılmalı, günün geçer akçelerinden birisi olan reformlar için mücadele adına en geri noktada direniş mi savunulmalı?
Bu soruya açık ve net yanıt verilmek zorundadır: Hayır; bin kere hayır!!!
Öncelikle belirtmek gerekir ki, görüntüde ortada başarı ya da başarısızlıktan söz edilecekse ne “reformist” siyasetin bir başarısından söz etmek mümkündür –tüm legalliğine, legal olanaklardan yararlanabilmesine rağmen durum budur–, ne de “devrimci sol” hareketin başarısızlığından! Eğer bir başarıdan söz edilecekse o da “sol” reformistlerin de katkısıyla hâkim sınıfların işçi ve emekçi harekete saldırılarında elde ettiği başarılardır.
Ama “başarı” ya da “başarısızlığın çalışmada kıstas olarak konulması yanlışından daha önemli olan bir şey vardır çıkış noktası alınması gereken: Sistem içinde istenildiği kadar “başarılı” olunsun, istenildiği kadar bir dizi şey “değiştirilsin”; sistem değişmediği sürece ve ölçüde bunların fazla bir anlamı yoktur, olmayacaktır! Merkezde durması gereken düşünce “daha iyi kölelik koşullarının yaratılması” değil; köleliğin, kölelik sisteminin kaldırılması düşüncesi olmalıdır! Temel sorun bütün kötülüklerin kaynağı olan “modern köleci” kapitalist sistemin yıkılması sorunudur! Esas mücadele bunun için olmalıdır; reform mücadelesi buna bağlı olarak ele alınmalıdır. Ama bugün Kuzey Kürdistan-Türkiye’de reformistler bunun yerine sistem içi reformlarla sistemi değiştirmeyi/iyileştirmeyi koyuyor; devrimci çalışmaya burun kıvırıyorlar, ya da en iyi hâlde ileriki bir tarihe erteliyorlar.
Yürütülmesi gereken esas mücadele devrim mücadelesidir!
Hâkim sınıfların baskıları yanında reformizmin, reformist düşüncelerin işçi sınıfı hareketi içindeki yıkıcı etkilerine karşı durmak günün önemli görevlerinden birisi. Komünistlerin ve devrimci solun görevi reformizmin yıkıcı etkilerini kırmak için işçi ve emekçi hareketinin içine daha fazla girmek, hareket içindeki etkisini güçlendirmektir.
Andaki koşullarda bu zordur, ama komünistler ve devrimciler zorlukların üstesinden gelmek gerektiğini daha en başından bilenlerdir; bu zorluklara karşı temel görevlerinden taviz vermeyenlerdir.
Komünistler, sömürü sisteminin koruyucusu ve kollayıcısı olan burjuva devleti yıkma, işçilerin-emekçilerin iktidarını kurma temel görevi için mücadele yanında elbette reformlar için mücadeleye de burun kıvırmazlar. Bu mücadelenin de tutarlı savunucularıdırlar; işçilerin hak alma mücadelesini, evet bu düzen içindeki hak alma mücadelesini önemserler; bunun işçilerin, emekçilerin gerçekleri kendi deneyimlerinde görmelerinin onların sistemle karşı karşıya gelmelerinin, mücadele hattına girmelerinin, deneyim kazanmalarının, kendi güçlerinin farkına varmalarının, kendi güvenlerini kazanmanın vb. vb. bir yolu olarak görürler. Ama komünistler reform mücadelesini “her şey” veya “esas” olarak görme yanlışına düşmez, bu mücadeleyi devrim mücadelesine bağlı olarak ele alır, reform mücadelesini devrimci mücadeleyi güçlendiren, onu geliştiren bir parça olarak değerlendirir, buna göre adım atarlar.
Bu temellerden hareketle komünistler açısından reform mücadelesinde gerçek başarı işçilerin mücadele içinde örgütlenmesidir, onların güçlerinin farkına varmasıdır, onların bilinç ve örgütlenme seviyesinin yükseltilmesi ve onların devrim mücadelesine kazanılmasıdır! Görev bunun için çalışmaktır, devrim mücadelesinin andaki tüm olumsuz koşullara rağmen sürdürülmesidir.
Devrim, ücretli kölelik sisteminin yıkılması perspektifi ile yürütülen her reform mücadelesi, her işçi ya da sendikal hareket, kısmi haklar uğruna yürütülen mücadeleye büyük bir atılım vereceği gibi, onun daha sistemli, daha yaygın, daha sağlam bir biçimde güçlenmesinin yolunu da açacaklardır. Devrim perspektifi ile yolu aydınlatılmış işçi hareketi, yolun üzerindeki en küçük karanlığa, gölgeye sabır göstermeyecek, hedefine giden yolda duran her türlü engele karşı kararlı bir mücadele örgütleyecektir.
Hiçbir mücadele boşuna değildir!
Komünistler, “Mücadele eden yenilebilir; mücadele etmeyen baştan yenilmiştir!” (Brecht) sözünün ne anlama geldiğini iyi bilir, yenilgiyi kabul etmezler; mücadele yolunu seçerler. Sonuna kadar, zafere kadar, nihai hedefe varana kadar mücadele! Şiar bu olmalıdır.
Reformistlerin o iddialarının tersine komünistler bilirler ki; devrim için yürütülen hiçbir mücadele boşuna değildir, devrim mücadelesi boşuna değildir.
Komünistler, devrim davasına kazanılan her bir işçinin, emekçinin, oluşturulan her bir fabrika hücresinin, her bir işçi müfrezesinin değerinin ne olduğunu bilirler. Onlar için geçici, saman alevi başarılar değildir önemli olan… Önemli olan işçi sınıfının, emekçilerin devrim, ücretli kölelik sisteminin kaldırılması hedefi temelinde kazanılmasıdır!
Komünistler, mücadelede, mücadelenin inişli, çıkışlı olduğunu; bu mücadelenin düz bir hat izlemeyeceğini bilirler. Devrim yolunun “dikenli ve sarp” olduğu komünistler açısından açıktır. Sürekli “başarı” kazanmak adına, “kitleleri en kolay yoldan örgütleme” adına onlar esas hedeflerini kurban edip sistemin içine kendilerini hapsetmezler. Kitlenin geri seviyesine kendilerini uydurmak, onların kuyrukçuluğunu yapmaz, onların bilincini geliştirmek için sürekli bir çaba içinde olurlar.
Reformistlerin kitleler içinde yaydıkları olumsuz değerlendirmelerin, “devrim mücadelesinin başarılı olamayacağı” türünden yanlış vaatlerin karşısına gerçekçi bir temelde çıkar; hiçbir yanlış hayale kapılmadan, bu hayalleri kitleler içinde yayma yanlışına düşmeden hareket ederler. Bilirler ki, mücadele eden kaybedebilir… Bu mümkündür, her muharebede kazanılacak diye bir kural yoktur, önemli olan sonuna kadar mücadeledir, son savaşımı kazanmaktır.
Her iki sapmaya karşı da mücadele!
Mücadelemiz hem sağa, “reformizme”; hem de “sol” görünen ama gerçekte sağla bütünleşmeye açık sekter anlayışa karşı olmalıdır…
Sağa karşı mücadele edilmelidir. Bizim reformdan anladığımız kendimizi elde edilebilecek taleplerle sınırlamak değildir. Bugün “sol”da egemen olan ve esas tehlike olan bu sapmadır.
Fakat reformizme lafta keskin bir şekilde karşı çıkan sol oportünizme de karşı çıkmak komünistlerin görevleri arasındadır. Her türlü reforma karşı çıkan anlayış görünüşte “sol” ama özünde sağ bir anlayıştır. Her türlü reform hareketini reddeden, kendini, mücadelesini sadece “sol” birtakım sloganlarla; kuru hedeflerle sınırlayan bir anlayış çerçevesinde hareket edenlerin, kısa vadede başarının gelmemesi durumunda yılgınlığa kapılıp “uğraştık, ama bir şey olmuyor” diyerek bir kenara çekildiklerine çokça tanık olmuşuzdur. Bunların sonuçta gittikleri yer, düne kadar karşı çıktıkları reformistlerin yanıdır.
Mücadele uzun nefes ister… Mücadele perspektifinde, güçlerin konumlanmasında, propaganda ve ajitasyonda bugünden yarına “büyük başarıların”, “beklentilerin” gerçekleşemeyebileceği her zaman akılda tutulmalı; kitlelere ne kuru ajitasyonlarla/sloganlarla bulamaç edilmiş, kısa vadeli beklentiler pompalayan, ancak gerçek yaşamda karşılığını bulmayan bir “devrimci mücadele” anlayışı ile ne de her şeyi düzen içinde elde edilebilecek kimi haklarla sınırlayan ve temel hedefi bir kenara bırakan bir anlayışla gidilmelidir. Bizim programımız ve mücadelemiz ne “sol”, ne sağ bir programdır. Biz; uzun vadeli mücadeleyi önüne koyan, yanlış hayaller ve beklentilerden uzak, gerçekçi, tutarlı davranan komünist bir mücadelenin sürdürücüleriyiz. Birilerinin yaptığı gibi ne kendimizi, ne de kitleleri kandırmıyoruz.
Unutulmamalıdır ki; sınıf hareketinin gelişimi, kitlelerin devrim mücadelesine kazanılması görevi, bir yanıyla sömürücü sınıflara, onların devletine karşı yürümeyi gerekli ve zorunlu kılarken; diğer yanıyla işçi sınıfı hareketi içindeki sapmalara karşı mücadeleyi de gerekli ve zorunlu kılmaktadır.
Cihan Yıldız – 25.05.2025