PKK’nin fesih kararı üzerine | Hasan Ozan İltemur
PKK, 12. Kongresini toplayarak fesih kararı aldı. Bu, beklenen bir gelişmeydi. Kuşkusuz ki fesih kararının iç, bölgesel, küresel alanda önemli etkileri olacaktır. Fesih ve silahlı mücadeleye son, yeni bir evreye (demokratik barışçıl mücadele evresi) geçerek mücadeleyi yürütme kararı İYİ Parti gibi birkaç parti dışında burjuva partiler, Saray iktidarının yanı sıra, Orta Doğu’da rekabet ve hegemonya mücadelesini yürüten emperyalist merkezler tarafından da olumlu karşılandı… Keza Türk küçük burjuvazisinin sosyal reformist partileri, Kürt burjuvazisinin politik eğilimlerinin temsilcileri de kararı “gecikmiş ama olumlu” bir karar olarak tanımladılar. Pek çok devrimci siyasal yapı ise, bu kararı eleştirdi ve eleştirmeye devam etmektedir.
Karara karşın, bu hamurun daha çok su kaldıracağı kesindir. Önümüzde tek düze bir süreç, tek başına “Terörsüz Türkiye” diye yırtınan Türk burjuva devletinin, dinci faşist Saray iktidarının her istediğini alabileceği bir süreç değil, karmaşık bir süreç var. Hatta denebilir ki, “asıl süreç” şimdi başlıyor…
Kürt sorunu ve mücadelesi bütün ağırlığı ile orta yerde durmaya, devlet ve Sarayın beynine, yüreğine vurmaya, nefessiz bırakmaya, yıpratmaya devam etmektedir. İmha, inkar, ez ve çöz politikası zaten iflas etmiş durumda. Kürt halkının ulusal demokratik mücadelesine uluslararası destek büyümektedir. Suriye Kürdistan’ında Rojava özerk bölgesi güçlenmekte mevzilerini sağlamlaştırmaktadır. Kürt halkı yarım asra yakın bir süredir ağır bedeller pahasına yürüttüğü mücadelenin karşılığını istemektedir. Öyle propagandası yapıldığı gibi, yenilmiş, teslim olmuş, yalvar-yakar olmuş, pişmanlık bildiren bir halk ve temsilcileri yok karşılarında. Kürt halkının Orta Doğu çapındaki kazanımlarına da dayanarak haklı, meşru taleplerinin arkasında durmaya devam edeceği açıktır. Devletin, Saray’ın ayağına giden Kürt halkı değil, aksine, hangi saiklerle olursa olsun, Kürt halkının ayağına giden devlet ve Saray olmuştur. Bugün kendisini fesheden PKK’nin zorunlu kaldığında geçmişte olduğu gibi kendisini yeniden kurabileceği ya da adına PKK denmese de kendi partisini farklı bir formda yeniden inşa edeceği unutulmamalıdır. Vurgulanmalıdır ki, Öcalan, PKK kendi davranışlarında özgür değildir; onlar Kürt halkına rağmen her istedikleri kararları alıp dilediklerince davranamazlar. Öcalan ve PKK’nin bunun farkında olmadığını düşünmek saf dillik olur…
…
Fesih ve silahlı mücadeleye son verme kararını tasfiyeci bir karar olarak görsek de, objektif olarak, Kürt sorununun uluslararası karakterini güçlendirdiğini; Kürt halkının mücadelesini ve haklı davasını meşrulaştırma üzerinde dünyasallaştırdığını; faşizm ve sermayenin bölgesel çapta Kürt kazanımlarını yok etme politikasını gerilettiğini; Kürt halkını bekleyen tüm tehditlere karşın elini güçlendirdiğini görmemek olmaz.
Keza unutmamalıyız ki, Orta Doğu çapında bir sorun olan Kürt sorunu, aynı zamanda Orta Doğu çapında yaşanan krizin bir unsuru, öne çıkan bir temel sorunudur. Kürdistan’ı dört parçaya bölen politikaların ve bu politikaların hamisi, temsilcisi ve uygulayıcısı devlet(lerin) politikalarının çöktüğü bir tarihsel kesitten geçmekteyiz. Artık “Mızrak çuvala sığmıyor.” Uzun bir zamandan beri Orta Doğu’da (Kürt sorunu ve) Kürt halkının ulusal mücadelesi Sykes-Picot Antlaşması’nı ve Türk ulusu bakımından bir kazanım olmakla birlikte Kürt halkı bakımından ulusal inkar ve imha politikasını ifade eden Lozan Antlaşması’nın çerçevesini yıkıp geçmişti. Bugün kendisini feshetmiş bulunan PKK’nin 50 yıla yaklaşan mücadelesi ve bölgesel çapta Kürt halkı nezdindeki etki gücü, aynı zamanda Kürdistan, Kürt ulusu, Kürt halkı nezdinde (de) iflas etmiş ve çözümü pratik-politik bir soruna dönüşmüş olan bölgesel Kürt krizinin göstergesi, eski statükoların yıkılmasının somutlaşmış bir ifadesidir.
Ve bütün yerel, bölgesel, küresel devletler oyun planlarını bu gerçeği de dikkate alarak geliştirmekte ve pratikleştirmektedirler…
Bu kısa ön dikkat çekişle birlikte devam edelim.
…
PKK daha önce de kendini feshetmiş, silahlı mücadeleye son verdiğini duyurmuştu. (KADEK-KONGRE-GEL sürecini hatırlayalım.) Yani PKK ilk kez kendisini feshetmiyor. Gerek ilk fesih kararı gerekse de son fesih kararı son tahlilde içerik olarak aynı gerekçelere (dünya ve Orta Doğu’da ortaya çıkan derin değişikler, paradigma değişimi, yeni bir evreye geçiş) dayanmaktadır. Şüphesiz her iki aşamanın iç, bölgesel, uluslararası konjonktürü arasında çok önemli değişiklikler söz konusudur…
Bütün temel tarihsel ve toplumsal sorunlar, çatışmalar, çözümler ve gelişmeler, içerisinde geçilen somut tarihsel konjonktürle biçimlenir. PKK’nin fesih kararı aldığı koşullar için de bu doğrudur. Bu bağlamda özelde Orta Doğu’da güç dengelerindeki kaymaların, yeni kuvvet ilişkilerinin şekillenmesi ve güç dengelerinin geleceğe dönük çoklu, çok seçenekli gelişme olasılığı, tüm bu gelişmelerin Orta Doğu’da Kürt mücadelesi üzerindeki derin, kapsamlı, doğrudan etkilerini görmemek olanaklı değildir. Keza bölge dinamiklerini, küresel ve bölgesel rekabet mücadelelerini etkileyen temel bir dinamik ve etkin bir politik güç olan Kürt dinamiğini ve mücadelesini görmezden gelerek ya da küçümseyerek de olan-biteni kavramak olanaklı değildir…
PKK’nin kendini fesih kararı Öcalan paradigmasına, onun belirleyici liderliğine ve pratik-politik inisiyatif koymasına dayanmaktadır. 2024 Ekim ayında Bahçeli’nin DEM’e uzanan eliyle bir biçimde gün ışığına çıkan yeni süreç, henüz ne olduğu belli olmasa da bütün çelişkiler ve belirsizlikler, tutarsızlıklar, beklentiler ortamında, kaygan bir zeminde kendi mecrasında akmaya devam etmektedir…
Öcalan’ın direktifleriyle kendini fesheden PKK “devletle bütünleşme” çağrısı yapan Öcalan’ın Kürtler için devlet, federasyon, demokratik özerklik, kültürel çözümler istemediğini, “Demokratik Toplum”dan yana olduğunu ve sürecin ön koşulsuz olduğunu bildiren kamuoyu açıklamasını “Asrın Manifestosu”, yalnızca Türkiye’nin değil, “Orta Doğu’nun, çağımızın sorunlarını çözecek bir manifesto” olduğunu ısrarla propaganda yapmasına karşın, Kürt halkı ciddi derecede güvensiz, aşırı ihtiyatlı, derin kaygılarla bir “bekleme”, meseleyi anlama süreci yaşamaktadır. Fesihle içerisine girilen süreç durumun giderek anlaşılmasına da bir ölçüde hizmet edecektir. Kürt halkı Öcalan’a karşı duyduğu aşırı bir güven duygusuyla “Önderliğin bir bildiği vardır.” diye düşünmektedir. Bu perspektif ve duygu şimdilik yeni sürece karşı duyduğu tüm güvensizliklerine, aşırı ihtiyatına, gönülsüzlüğüne rağmen Kürt halkının Öcalan’ın yanında durmasına yol açmaktadır. Bu bir yana, unutmamalıyız ki Kürt halkı dünyanın en politik halkıdır ve bu halk kendi çıkarına aykırı olduğu zaman her şeye kafa tutma yetisine de sahiptir…
Öcalan’ın İmralı irade kırılması ile ortaya çıkan yeni paradigması sosyal reformist ve tasfiyeci karakterdeydi… Bugün, söz konusu paradigmaya dayanmasına karşın, bu paradigmanın da gerisine düşürek yeniden biçimlenme süreci yaşayan Öcalan paradigmasının yeniden başlayan süreçte pratik-politikte nasıl biçimleneceğini hep birlikte göreceğiz. Ancak Öcalan paradigması ve “Manifesto”su, her iki düzeyde de tasfiyecidir. PKK’nin kendini feshetme kararı söz konusu paradigmaya ve gelişme evrelerine dayanmaktadır.
Bu kez izlenen yöntemin, bugüne dek bilinen “silah bırakma ve barış” deneyimlerinden farklı olduğu vurgulanıyor. Buna göre, silahların bırakılması sürecin sonuna bırakılmayacak, aksine başa alınacak ve silah bırakmak ön şartsız gerçekleşecek. Hukuksal, yasal zemin silahların teslim edilmesiyle ya da edilmesinden sonra devreye girecek… Böyle bir tasfiyeci yöntemin kabul edilmiş olmasının Kürt halkı ve ilerici kitleler bakımından yaratacağı yıkımları düşünmek bile oldukça ürkütücüdür… Böyle olmakla birlikte, Türkiye ve Orta Doğu cangılında bu işin, o kadar kolayca gerçekleşebileceğini de beklemiyoruz…
PKK’nin kendini fesih kararı her ne kadar siyasi ve askeri olarak yenilmiş, dağılmış, moral bozukluğunun cenderesinde kendini kaybetmiş, aman dileyen bir ordunun irade kırılmasının ürünü değilse de, hele de “ön koşulsuz” fesih kararı, faşizm ve sermayenin eline güçlü bir koz vermiştir. Nitekim gerici ve faşist karşı devrim cephesi, bu durumu dizginsiz bir psikolojik ve ideolojik saldırı fırsatı ve aracı olarak kullanmaktadır ve kullanacaktır. Sürecin belirsizliği, kapalı kapılar arkasında tepeden iş bitirme yöntemi, gerici ve faşist cephenin çoklu taktikler ve iş bölümü çerçevesinde yürürlüğe koyduğu oyun planı bu saldırı dalgasına oldukça elverişli bir alan sunmuştur. Somut bir karşılığı olmadığı halde PKK’nin daha baştan kendisini feshetmesi, silahlı mücadeleyi sonlandırdığını ilan etmesinin Kürt halkı nezdinde de sevinçle karşılanmadığı açıktır…
İslamcı faşist diktatörlüğe ve elebaşısına karşı duyulan haklı öfke ve güvensizlik yalnızca Kürt halkı nezdinde değil, ilerici kitleler nezdinde de bir olgudur. Bu durum söz konusu kitlelerin Kürt ulusal hareketine karşı mesafeli durma eğilimini beslemekte; dahası değişik burjuva “sol” kliklerin manevralarına imkan sunmakta; başta Türk sosyal şöven çevreleri olmak üzere “ilkel Kürt milliyetçisi” çevrelerin ideolojik saldırılarına da alan açmaktadır… Bu bağlamda özelde bilakis sürecin anlaşılmasını önleyen tepeden işi bitirme yöntemine dikkat çekmek gerekir. Bu yöntem, kamuoyu nezdinde demokratik tartışmaların yapılarak barış ve demokrasi mücadelesinin toplumsallaştırılmasını, halklar cephesinde sürece inisiyatif koyulmasını önlemekte, sürece mesafeli yaklaşmayı koşullamaktadır. Arka planda ABD, devlet, Saray, İmralı arasında olan-biten şey her ne ise, bu durum halklara güven vermemektedir. Bu tip süreçlerde “gizli diplomasi”, gizli görüşmeler ve pazarlıklar anlaşılır olsa da ya da başlangıçta bu girişimler vb. kamuoyu nezdinde bilinmese de, mesele bir aşamaya geldiğinde, meselenin genel çerçevesinin, kırmızı çizgilerin kamuoyu tarafından bilinmesi gerekir. Hiç olmazsa savaşın ilerici, devrimci tarafının bu inisiyatifi göstermesi, böylece asgari ölçekte de olsa, kafalardaki soru işaretlerini gidermesi gerekir. Böyle bir tutum, halkların lehine bir duruşu ifade eder. Açıklık ilkesini, eleştiri ve tartışma özgürlüğünü, “barışı toplumsallaştırma” mücadelesini güçten düşürerek burjuva cepheye kan taşıyan zafiyetlerin yurtsever hareketin de lehine olmadığını belirtmek bile gereksiz. Bu süreçte olmayan şey tam da budur ve son derece tehlikeli bir gidiştir. Ekim 2024’den bu yana geçen zaman diliminde içeride, dışarıda Kürtlere hoş gelecek sözlerin dışında diktatörlük cephesinde atılmış somut bir adım da yok. Dahası faşizm ve sermaye cephesi Kürtlere tam teslimiyeti dayatmaya, Özgür Alanlara dönük gerçekleştirdiği binlerce askeri saldırıyla işine bakmaktadır. Fesih kararından bu yana da aynı kanlı saldırılar sürmektedir… İçeride toplumsal ve siyasal muhalefete dönük azgın devlet terörü sürerken, “yeni süreç” CHP’yi de yıkma, parçalama, etkisizleştirme, dizayn etme politikası doğrultusunda ilerlemektedir. Durmadan Meclise gelen torba yasalarla Saray ve ele başısına sınırsız gasp yetkileri verilmeye devam edilmektedir…
…
Savaşın kaderini çarpışan iradeler belirler. Kuşkusuz ki bu iradeler içerisinden geçilen tarihsel, toplumsal, siyasal koşullar altında şekillenir ve pratikleşir. Bu çarpışan Kürt iradesi için de faşizm ve sermaye cephesi için de geçerli tarihsel ve siyasal bir gelişme yasasıdır. Her bir cephenin kendine göre avantajları ve dezavantajları vardır. Bunlara girmeyeceğiz; fakat, Kürt halkı ve halklar büyük risklerle karşı karşıyadır. İdeolojik ve siyasal eleştirilerimizi yaparken öte yandan da güncel politik görevleri ihmal etmemek, Kürt ulusunun en küçükten en büyüğe kadar her ilerici demokratik talebinin sonuna dek arkasında olmak, halkların birleşik mücadelesini güçlü bir tarzda geliştirerek başta Kürtler olmak üzere işçi sınıfının, halkların lehine kazanımları büyütmek çizgisinde ısrar etmek zorunludur.
Kürt halkı yenilmiş bir halk değil. PKK tüm eleştiri ve değerlendirmelerimize karşın teslim olmuş bir öncü değil. Öcalan bir tas çorba uğruna Kürt mücadelesini satmış değil. Faşizm ve gericiliğin, sosyal reformizmin propagandasının aksine Kürt halkı mücadeleye devam etmektedir. Halkların kardeşliğini önemsemektedir. Birleşik mücadele talebinden vazgeçmek bir yana, (tasfiyeciliğin yansıması olan, “Müzakere mi mücadele mi?” ikilemine sokulmaya çalışılsa da) Türkiye halklarının birlikte yürümesinden yanadır. Kürt halkı bir tas çorba karşılığında ulusal demokratik taleplerinden vazgeçmeyecektir. Böyle düşünenler yanıldıklarını görecektir. Kürt halkı aynı zamanda bir tarih bilincine sahiptir…
Faşizm ve sermaye, dinci faşist Saray içeride ve Orta Doğu çapında karmaşık bir oyun planını devreye sokmuştur. Amaç Kürtlerin haklarını tanımak, demokrasi ve barış mücadelesinin önünü açmak, “Demokratik Toplum”u inşa etmek değil. İçeride ve dışarıda köşeye sıkışmış, nefes almaya, dengeleri kendi lehine çevirmeye, iktidarını güvence altına almaya, bölgesel tehditleri bertaraf etmeye oynayan bir egemen sınıf gerçeğiyle ve demir ökçe politikası uygulayan bir dinsel faşist diktatörlükle karşı karşıyayız. İzlediği strateji ve taktiklerin bir gereği olarak Saray eksenli atılacak adımlar ise kurulmuş oyun planına inandırıcılık katarak kendi alanını genişletmeye endeksli olacaktır… “Kamusal alana ait olmamak” koşuluyla, (Kürt ulusunun temel ulusal demokratik haklarını tanımayarak) bireysel kültürel hakları öne çıkararak, bu temel çerçeveye de hizmet edebilecek adımlar ise, zaten Kürt halkını tatmin etmeyecektir.
MHP-AKP-Erdoğan ve ittifak güçleri, devreye koydukları oyun planıyla, “barış süreci”yle, yeni anayasa talebiyle, (belki de belli balans ayarlarından geçecek ama) başkanlık rejimini ve neo-Osmanlıcı, tepesinde de Erdoğan’ın oturacağı politik rejimi süreklileştirmeyi güvence altına almaya çalışmaktadırlar. Burada söz konusu olan salt dar anlamda gelecek seçimleri kazanmak, bu amaçla iç kamuoyunun dikkatini saptırmak, Erdoğancı kliğin rejimini süreklileştirmek değil, bu ön koşulla birlikte, Türk egemen sınıflarının jeopolitik stratejik gelişimi de tahkim edilmek hedefleniyor. Faşizm ve sermaye, kurduğu oyun planında, oyun planının başarısının ön koşulu haline gelmiş olan Kürt kartının kendisine karşı bir koza çevrilmesini önlemeye; kontrollü gelişme çizgisinde Kürt kazanımlarını tasfiye etmeye, olanaklıysa Öcalan, DEM üzerinden cephesini sağlamlaştırmaya; stratejik bir tehlike ve tehdit olan Türk ve Kürt halklarının mücadelesinin birleşmesini önlemeye; Kürt halkını “tarafsızlaştır”arak yedeklemeye, zaman kazanmaya, Kürt halkını oyalamaya; keza kendilerinden kopan “muhazafakar Kürt seçmeni”ni kendi cephesine çekmeye çalışmaktadır…
Her ne ise, bu hesapların yaşam bulması için çok yönlü bir hareket planının devrede olduğu kesindir. Ancak bu, faşizm ve sermayenin, Saray rejiminin kirli hesaplarının tutacağı anlamına gelmemektedir. Burada başta Kürt halkı olmak üzere, işçi sınıfının ve emekçilerin, ezilenlerin mücadelesi başa yazılmalıdır…
Devam edelim.
Ne olduğu belli olmayan bir süreci desteklemek, savunmak, hayali beklentiler yaymak doğru bir politika olmayacaktır. Yapılması gereken şey, işçi sınıfının politikasına dayalı tarzda, Kürt ulusunun tüm ulusal demokratik haklarını ve taleplerini militanca savunmak, proletarya enternasyonalizmi, halkların kardeşliği ve birleşik mücadelesi yolundan yürümektir. Şu veya bu nedenle açılan yolda, süreci halkların lehine çevirecek, karşı-devrim cephesinin planlarını bozacak, devrim ve sosyalizm kavgasının yolunu açacak ve kavgayı büyütecek bir yoldan savaşı geliştirmektir. Kürt ulusal hareketine, Kürt halkına da yapılacak en büyük, en etkili katkı bu olacaktır. Eğer halkların birleşik mücadelesi ile önlenemezse ne ciddi bir kazanım elde edilebilir ne de yeni ve kanlı bir sürece girişin önü alınabilir. Tek yol devrim demek yetmiyor. Yapılması gereken güncel mücadelenin proletarya ve halkların gündemine yakıcı bir tarzda soktuğu görevleri devrimci çizgide omuzlamaktır. Devrimci hareketimizin uzun yıllardır etkisizliği bir olgudur ama yapılması gereken şey, bu yeni dönemi devrimci yenilenme ve sıçramanın kaldıracı olarak değerlendirmektedir.
Hasan Ozan İltemur – 30.05.2025