Makaleler

Published on Nisan 7th, 2025

0

Şırnak katliamı ve tarihe ışık tutanlar | Gül Güzel


Yalnız yazar ve gazeteci olarak değil, ırkım, cinsim, inancımdan dolayı aile boyu yaşadığımız devlet(!) zulümlerinden dolayı fazlasıyla acı çekmiş ve bu da beni direngen yapıp, suçluları teşhir etme isteklerimi güçlendirdi. Aynı şekilde, Şırnak’ta 32 yıl önce yaşanan zulümler de hem bende, hemde o süreci yaşayan herkesin yüreğinde canlı acısıyla yer alıyor.

Kürt işadamları olarak, 22-24 Ağustos 2000 tarihinde Fransa’da biraraya gelmiş ve KARSAZ’ı kurmuştuk. Bu buluşmada rahmetli Kürt siyasetçisi Orhan Doğan da aramızda bulunmuştu. O zaman Kürdistan’da üretilen yerli mamüllerin Avrupa’da da pazarlama heyecanı içindeyken, kendisiyle kısa sohbetlerimiz olmuş ama detaylara girmeden Orhan Doğan’ın,49’lar davası olarak bilinen sürece,’’yalnız tutuklama ve cezaevine atılmamız değil, yapılan işkence, hakaret ve kötü muamele bütün hücrelerimize işliyordu. Lağam kuyusunun o çekilmez kokusu üzerine atılan kalaslar üzerinde gece, gündüz yatırılıp, işkencelere maruz kalıyorduk!!!’’ sözleri hala kulaklarımda. O yüzden, Selim Sadak ve Mahmut Alınak ile birlikte 1992 yılında Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile gerçekleştirdikleri görüşmeyi soramamıştım…Bu sürecin nasıl, neden, niçin gerçekleştiğini yeniden belleklerde canlandırmak için Avukat, yazar Mahmut Alınak ve Kürt siyasetçi Selim Sadak ile gerçekleştirdiğim görüşmeyi oldukça önemsiyorum. 

Sayın Mahmut Alınak, sizi avukat, yazar hemde iki devre milletvekili olarak tanıyor ve sizden sayın Özal ile görüşmenize dair bilgi ve görüşlerinizi bize anlatmanızı rica ediyorum. ‘’15 Ağustos 1992 günü gecenin bir vakti, devlet güçleri PKK ile çatışma süsü vererek, Şırnak’ı top ateşine tuttular. Aralarında kadın ve çocukların da olduğu 18 kişi öldürüldü, yaklaşık yüz kişi de yaralandı. Biz bir grup DEP milletvekili(Orhan Doğan, Selim Sadak ve ben) ertesi gün Şırnak’a gittik. Gördüğümüz manzara dehşet vericiydi. Şehir harabeye dönmüştü. Hatırladıkça hep aynı acıyı yaşarım: Bir baba yer yatağında yanarak kül olan üç küçük çocuğunun kemiklerini bir poşete koyarak defnetmişti(!!!). Evi havan toplarıyla yerle bir edilen Trabzonlu bir memur ise, “Gördüğünüz bu eşyaları almak için koca yirmi yıl çalıştım. Tüm emeğim birkaç dakika içinde yanıp, yok olup gitti. Ben de ‘Apocu’muydum? Ben Trabzon’luyum ve Kürt de değilim,” diyordu. Sinirinden zangır zangır titrerken, karşıdaki Cumhuriyet Meydanı’nı eliyle gösterip, “İşte buradan ateş edildi. Panzerlerden ateş ediliyordu, kendi gözlerimle gördüm. PKK yoktu. Bu işi yapanlar özel timler ve askerdi. Bunlar düşmana bile yapılmaz. Ne günahımız vardı bizim?” diye feryat ediyordu. 25 Ağustos 1992 tarihli gazeteler ise o Trabzon’lu memurun çığlığını, “Biz PKK’li Olduk, Tanklar Bizi Bombaladı,” başlığı ile verdi.

Şırnak’taki incelemelerimizi tamamladıktan sonra Ankara’ya döndük. Ertesi gün Selim Sadak, Orhan Doğan ve ben, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a gittik. Uzun bir sohbetimiz oldu. Özal kendinden oldukça emindi. Öcalan’ı kast ederek, “O deliye söyleyin, eğer ateşkes olursa mesele hal yoluna girer. Askerler beni dinler. Süleyman bey (Demirel) askerlerden korkuyor, bu nedenle inisiyatif alamaz. Ben askerleri ikna ederim,” dedi ve Öcalan’ı da içine alacak bir yasal düzenlemeden söz etti. Kafasındaki plâna göre dağdan inilecek, PKK’liler beş yıl içinde herhangi bir eyleme girişmezlerse, devletteki sicilleri silinecektir’’. Dedikten sonra gerçekleri bir de heyette yer alan sürecin şahidi sayın Selim Sadak’tan dinleyelim.

’Şırnak’taki 1992 Newroz’unda yapılan TC devlet güçleri saldırısı ile 116 kişi katledilmişti. Bunların arasında 84 yaşındaki Ahmet Ark ve 6 aylık bebekler de vardı. Yine 15 Ağustos 1992 devlet kutlamalarında da, Şırnak yerle bir edilmiş, 18 kişi katledilmişti. O zaman basın/iletişim bilgisi ve tecrübesi büyük olan Orhan Doğan, Şırnak’taki 15 Ağustos olayları ve genel sürece dair görüşmek için sayın Turgut Özal’dan bir randevu istedi ve kısa sürede sayın Özal bu randevuyu bizimle gerçekleştirdi.

Eylül ayı başlarında, 45 dakika süren bu görüşmede DEP’li milletvekilleri olarak yeraldık. Kendisine Şırnak olaylarını ve bu duruma karşı neler yapabileceğini sorduk. O da kendisinin bu sorunları iyi tanıdığını,’’mühendis olarak mezun olduğumda görev yerim olan Diyarbakır ve bölgeyi iyi tanımak için bir seyahatte çıktım. Bu yollarda sürgünlerden dönen Kürtlerin üstü açık kamyonlarla Malatya, Elazığ ve Diyarbakır’a gönderildiklerini ve Diyarbakır’a giderken bu yollarda soğuktan donarak öldüklerini gördüm. Bu vesileyle Kürt realitesini iyi tanıdığımı belirtebilirim dedi ve ardından, benim annem Kürt, babam Türktü. Onun için ben hem Kürt, hem Türk ve Türkiye’nin sahibi olarak kendimi hissediyorum.   Eğer siz bu durum üzerinde ciddiyetle durursanız, bu sorunu biz kökten çözeceğiz’’ dedi. O zaman Mahmut arkadaş araya girerek, bu işi yani nasıl çözeceksiniz sayın Özal? Diye sordu. Özal,’’Ben bu konuyu Süleyman Demirel ile de konuştum. O da benim gibi düşünüyor ama Askeriyeden korktuğu için kendisi bu konuda birşey yapmaya, ortaya çıkmaya cesaret edemiyor. S. Demirel askerlerden çok korkuyor ama ben yaptıklarımın doğru olduğuna inandığım için korkmuyorum. Çünkü yaptıklarımın Türk – Kürt yani Türkiye halklarının yararına olacağına inanıyorum. Onun için yeterki, sizler bu konuda görev alın. Gidin o Deliye de bunları söyleyin. Davanıza inanıyoruz ama yöntem yanlış. Nedir bu silah kullanımı ve benzeri uğraştıklarımız? İsterse milletvekili, isterse Başbakan, Devletbaşkanı olsun. Biz bu yolu aşacağız. Bizim bir çalışmamız var. İlk önce genel bir af çıkarmak. Bu konuda bazı komutanlarla / Devletle de görüşmelerimiz olmuştur. Biz bir af çıkaracağız. Önce 50 -100 kişi civarında yöneticiler nezdinde. O ötekiler için de 5 yıllık bir süre ve bu süre içinde eğer bir suç işlemezlerse onlar için de af uygulanacak ve Devletteki sicilleri silinecek. Hemen Kürt’lerin haklarını yani dil, kimlik hakları üzerlerindeki baskıları kaldıracağız. Peyde pey siyasetten bu işleri legal alandlarda sürdürerek,ne gerekirse yapacağız’’. Peki de bütün bunları nasıl yapacaksınız? Diye sorduğumuzda; ‘’Siz DEP milletvekilleri, bakıyorum siz çok cesursunuz. Davanıza inanmış ve fedakarsınız. Davanız için ölüme de hazırsınız ama, yanlış yönetiyorsunuz. Siz çok iyi niyetlisiniz. Size kim mikrofon uzatsa, iyi niyetle hemen konuşuyorsunuz. Askeriye de bir söz vardır. Gez, Göz, Arpacık. Yani emin olunca, nişanı vuracaksın. Siyasette de emin olunmadan, zemin, zaman oluşmadan konuşmamak lazım. Bir de Anavatan, Doğruyol, CHP’de de Kürt milletvekilleri var. Onlarla da konuşun. Onlara da gidin, zorla da olsa onları da bu konuda konuşturun. Yoksa devletin acıması yok. Zaten yapılanların hepsi dışardaki devletlerin talimatlarıyla yapılıyor. Yani sizleri yok edecekler! Onun için, sizlerin dışındakiler de, Kürtlerin katledilmeleri konusunu konuşsunlar, anlatsınlar’’ şeklinde öneri ve tavsiyelerde bulundu ve ardından,’’ Mesela Öcalan’ın Celal Talabani ile arası iyi, onun da konuşmasını sağlayın. Cengiz Çandar gibi bazı siyasetçileri, Hasan Cemal gibi bazı yazarların da A. Öcalan ile konuşmasını sağlayın. Bu tür şeyler iyi olur. Biz de gerekli taban çalışmasını yapalım’’. Yani biz heyet olarak kendisiyle, Şırnak olaylarını ve durumunun ne olacağını sormaya çalışırken, konu böyle genel bir duruma evrildi. Ve bize, ‘’bakın siz bunları, Özal sorunlarımızı dinledi, sorunlarımızı çözecek şeklinde kesinlikle basına yansıtıp, söylemeyin’’ dedi. Biz de tamam dedik ve geri dönerken uzun bir koridorda yürürken, daha basın karşısına da çıkmadan üçümüz görüşmenin verdiği şaşkınlıkla, birbirimizi itekleyerek; ya biz bir rüya mı gördük?, yoksa Cumhurbaşkanı bütün bunları gerçekten mi söyledi?!? Duyduklarımız doğru ve gerçekmiydi? Yoksa hayal miydi?  

Cumhurbaşkanı konuştuklarımız hakkında kimseye bir şey söylemememizi, kendisinin bu konuda açıklama yapacağını söyledi ve biz de tamam dedik. Bizler hiçbir yere uğramadan, hiçbir arkadaşımızı görmeden, Partiye de uğramadan dağılıp, akşam evlerimize vardık. O gecenin sabahına karşı saatlerinde telefon çalmaya başladı. Basın- gazeteden bizi arıyorlar. Siz ne yaptınız?, ne konuştunuz? şeklinde sorular. Meğer o sabah Hürriyet gazetesi, DEP’liler Özal ile görüştü!!! manşetini atmış. İki sayfalık haberde bizler harfiharfine kadar ne konuşmuşsak hepsi yazılmış. Bizler, yani Mahmut, Orhan birbirimizden şüphelenmeye ve bizbirimizi suçlamaya başladık. En çok da basın ve iletişim konusunda çok güçlü olan Orhan’dan şüphelendik. Ama o da asla böyle bir şeyin olamayacağını, birbirimize sözümüz olduğunu, aksi taktirde kendini intihar edeceğini söyledi. Meğer biz oradan-toplantıdan çıktıktan sonra Özal, Ertuğrul Özkök’ü çağırıyor ve bütün görüşme, konuşmalarımızın içeriğini ona politik bir dille anlatıyor. Bu durumu, sayın Özal kendisi benimle paylaşınca, biz üçümüz de rahatladık ve hemen ardından çalışmalara başladık.

Çalışmalara başladığımızda bazılarının bu görüşmemizden memnun kalmayıp, Özal neden, niçin sizi çağırdı, niye bizimle konuşmadı? Şeklinde eleştirilerde de bulundular. Bu türlü tartışmalar olmasına rağmen çalışmalarımız devam etti. Bu olaydan kısa bir süre sonra zannedersem 24 Mayıs 1993’te, askeri acemi birlik çalışmalarından dönen silahsız 33 asker, ihanetçi ve aynı zaman devletle işbirliği içinde olduğu ortaya çıkan Şemdin Sakık tarafından süreci sabote etme amaçlı, Bingöl’de öldürüldü. Bu durum hepimiz için inanılmaz bir katliam ve provakasyon oldu. Ama çalışmalarımız sürüyordu.

Cumhurbaşkanı Özal da kalabalık, güçlü 50-60 kişilik bir milletvekili heyeti oluşturarak, Türki devletleriyle görüşme gezisine çıktı. Milletvekilleriyle birlikte yaptığı bu çalışmalara dışişleri bakanı Hikmet Çetin de eşlik etti. Görüşme gezileri bittikten sonra kaldıkları otelin salonunda yaptıkları geziyi değerlendirerken, sözü Kürt meselesine de getiriyor. Kürt meselesi söz konusu olduğunda Hikmet Çetin orayı terk ediyor. Özal ise, Kürt meselesini kastederek, ‘’ülkemiz büyük bir mesele ile başbaşadır. Bu sorunu çözmek zorundayız’’ diyor(bu söylenenleri o zaman toplantıya katılan bir milletvekili arkadaşım benimle paylaştı) Turgut Özal, geziden dönüp yaptığı bu konuşmadan bir hafta sonra ne yazık ki, ölü olarak bulundu!!!

Bütün bu olumsuz sebeplerden dolayı oluşturmaya çalıştığımız karşılıklı barış süreci kapanmış oldu. Bu süreç kapandıktan sonra o zamanki parlamentonun içişleri bakanı olan İsmet Sezgin ile konuşup, yine projeyi ve süreci sürdürmeye çalışacaktık ve 29  Ekim’de genel af çıkacaktı. Ama Şemdin Sakık’ın o 33 silahsız askeri öldürmesi herşeyin sonunu getirdi.

Sayın Sadak, sizlere de bu olaydan sonra farklı yaklaşımlar oldu mu? Sorumuza, ‘’Hep tehdit altındaydık. Nereye gitsek yolumuz kesiliyordu. Bizi oluşturulan gruplarla yuhalatıp, ölümle tehdit ediyorlardı. Çeşitli çevreler tarafından Özal ile yaptığımız görüşmeden dolayı farklı şekillerde eleştirildik. Mehmet Sincar da Türk intikam tugayı tarafından 4 Eylül 1993’te katledildi. Benim de sürekli yollarım kesilerek, kaldığım yere bombalar atılıyordu’’. Sayın Selim Sadak ne yazık ki, son süreçte yurdışında ve sürgünde yaşıyor…


Kadının Kaleminden: Gül Güzel – 07.04.2025

Tags: ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑