Sömürgeciliğe lanet, halklara özgürlük! | Hüseyin Şenol
• Barış, yalnızca bugünü değil, geçmişi de kapsayan bir adaletle mümkündür. Bayramlarla, nutuklarla, makyajlanmış tarihle yüzleşmeden barış sağlanamaz…
• Ermeni, Pontus, Süryani, Dersim, Koçgiri, Sivas, Roboski… Bu toprakların tarihi bastırılmış hakikatlerle dolu.
Yüzyılı aşkın süredir inkâr, baskı, savaş ve sömürgeciliğe dayalı devlet politikalarının hüküm sürdüğü bu topraklarda hâlâ barışı, eşitliği, adaleti savunmak suç gibi gösterilmeye çalışılıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana süreklilik arz eden bir siyasal zihniyet, bugün de iktidarıyla, muhalefetiyle, medya yapısıyla, resmi tarihiyle varlığını koruyor. Kimi zaman bayraklarla, kimi zaman hamasi nutuklarla, kimi zaman da baskıcı ve daha da ileri giderek faşizan yasalarla kendini sürdüren bu sistemin karşısında olmak, insanlık onurunun gereğidir.
Bugün “iktidar değişti” denilerek halklara umut vaat eden muhalefet blokunun da esasında devletin kuruluş kodlarına sadık kaldığını, Kürt sorunu başta olmak üzere birçok meselede “tarihsel tutarlılık” dediği şeyin sömürgecilik olduğunu açıkça görmekteyiz. Özgür Özel’in “Kürt sorununda tarihsel tutarlılık içindeyiz” ifadesi, aslında CHP’nin inkâr, asimilasyon ve bastırma politikalarına hiçbir zaman mesafe koymadığını, aksine bu politikaların sürekliliğini savunduğunu ilan etmesidir. Bu duruş yeni değil, dönemin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2023 seçim sürecindeki “Masaya oturmayacağız” çıkışıyla da kendini belli etmişti. Kürt halkının iradesi ve özgürlük talepleri, ister silahla ister demokratik siyasetle ifade edilsin, devlet aklına göre “tehdit” sayılıyor.
…
Yazımın başında şunu da belirteyim: Konu önemli ve çok yönlü değerlendirilmesi gerekiyor. Bu yazım, önceki yazılarımda olduğu gibi, konunun yalnızca belli yönlerine odaklanıyor. Devam eden yazılarda, sürecin diğer boyutlarını ve güncel gelişmeleri ele almaya devam edeceğim…
…
AKP de CHP de sömürgecidir
AKP’nin açık savaş diliyle CHP’nin muğlak ama aynı derecede halk düşmanı siyaseti arasında fark yoktur. Suriye Kürtlerinin de silah bırakmasını isteyen bu partiler, bölgedeki Kürt kazanımlarını boğma konusunda tam bir mutabakat içindedir. Kürt halkının öz yönetim taleplerinden, anadilde eğitim hakkına kadar her kazanımı “terörle ilişkilendirme” kurnazlığıyla bastırmak istiyorlar. Bu sadece AKP’nin değil, CHP’nin de “devlet partisi” olmasından kaynaklanmaktadır.
Bugün Tunceli Valisi’ni PKK’ya karşı duruşundan dolayı alkışlayan CHP sözcülerinin samimiyetine kim inanabilir? Aynı valiye destek sunarken bir yandan kayyum uygulamalarını eleştirmek ikiyüzlülüktür. Faşist İYİP ve ulusalcı CHP, bu tür figürleri “devletin bekası” adına kutsarken, halkların iradesini yok sayan bir çizgiye düşmektedirler. Sömürgecilik, bu partiler arasında bir fark değil, bir müşterek olarak sürmektedir.
Devrimci duruş: Devrimdir
Bu sistemin dışına çıkılmalı, reform hayalleriyle oyalanmamak gerekir. Devrim ve sosyalizm mücadelesi, onu omuzlayan devrimci-sosyalist örgütlerin öncülüğünde yürütülmelidir. Farklı bir gelenekten gelsek de, süreçle ilgili son dönemde bazı devrimci yapılardan gelen eleştirel değerlendirmelere büyük ölçüde katılıyorum. Özellikle Kürt özgürlük hareketinin kongre kararlarına dair yapılan kapsamlı analizler, bu çizginin netleşmesine katkı sunuyor. Kürt halkının eşitliği, kadınların özgürlüğü, işçi sınıfının kurtuluşu ve devrimci enternasyonalizmi esas alan bu perspektif, barışın da, çözümün de tek gerçek rotasıdır.
Sistem içi muhalefetin çözüm üretmekten aciz kaldığı her örnek, devrimci çözümün ne kadar yakıcı bir ihtiyaç olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Üstelik bu çözüm yalnızca bir ulusun değil, tüm halkların kurtuluşunu içeren enternasyonalist bir vizyona dayanmalıdır.
Ben, “ulusal kurtuluş” ile sınırlı kalsa, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a daha da fazla katılırım; ama sosyalizm ve “barışçıl mücadele” hakkında farklı düşünüyorum.
Kadın özgürlüğü, Kürt meselesi, işçi sınıfı mücadelesi ve sosyalizm, biz devrimci-sosyalistlerin politik duruşunun temel taşları olmalıdır.
Yeri gelmişken bir kez daha altını çizmek istiyorum; Aynı parti, aynı kurum, aynı medya içinde farklı sesler “dışarıdan” da duyulmuyorsa, orada sosyalist demokrasiden bahsedemeyiz. Daha önce sık sık belirttiğim gibi; yurtsever medyada “süreç” konusunda farklı sesleri hala duymuyoruz. “Toplumun tüm kesimleriyle konuyu görüşeceğiz” derken, bu sansürcü yaklaşım pek de etik durmuyor.
Evet ulusal kurtuluşla dayanışamaya devam, ama nihai hedefimiz devrim ve sosyalizmdir.
Buradan, kesinlikle, bir çok sorunda olduğu gibi, ulusal sorunu da sosyalizme ertelemiyorum. Bizzat, ötelenmeden, bugünden savunulması ve uygulanması için mücadele edilmesi gereken en önemli alanlar içinde görüyorum. Ama, devrimi de bir zahmet sınıfa ve devrimci-sosyalistlere bırakalım.
Sınıf mücadelesi mi ulusal haklar mı? Yanıt: İkisi de
Bazı sosyalist çevrelerin, ulusal kurtuluş mücadelelerine burun kıvırması, sol adına utanç vericidir. Eleştiri hakkımız saklıdır elbette, ama halkların kendi kaderini tayin hakkına da mutlak saygı gösterilmelidir. Yurtsever çevreye “Siz ulusal mücadele yürütmeyin, sınıf mücadelesine odaklanın” diyemeyiz. Bu ikisini çelişik değil, birbirini tamamlayan mücadele hatları olarak görmek zorundayız.
Bir arkadaşım Facebook hesabında yazmış ve Kurtuluş geleneğinden gelen biri olduğum için benim de dikkatimi çekti şu doğru sözü: TKP, TİP, Kurtuluş gibi yapıların örgütsel dönüşümleri meşru görülüyorsa, PKK’nin kendi hattında aldığı kararları “ihanet” olarak görmek samimi değildir.
Evet, sorun kimin ne yaptığı değil, kime karşı yaptığıdır.
Yüzleşmeden barış olmaz
Altı çocuğunu yitirmiş ve büyük bedeller ödemiş biri olarak Cemile Ana bile “yine de barış” diyebildiği bir coğrafyada, devletin tüm resmi aygıtları savaşa devam çağrısı yapıyor. Taybet Ana’nın cenazesi sokakta günlerce bekletilirken, bu vahşete sessiz kalanlar, bugün barıştan bahsedemez. Nedim Şener, Yılmaz Özdil gibi halk düşmanı tetikçiler, savaş çağrıları yaparken hukuk işlemiyor, gazetecilik maskesiyle faşizan söylemler meşrulaştırılıyor.
Barış talebiyle yola çıkanlar, sadece bugünkü katliamlarla değil, 100 yıl önceki soykırımlarla da yüzleşmek zorundadır. Ermeni, Pontus, Süryani, Dersim, Koçgiri, Sivas, Roboski… Bu toprakların tarihi bastırılmış hakikatlerle dolu. Unutmamak, hatırlamak, yüzleşmek ve hesap sormak insanlık görevidir. Hitler’i, Bahçeli’yi, Erdoğan’ı “sayın” diye ananların dili, kötülüğü normalleştirmektir. Kemalizm bu ülkenin başına gelmiş en sistematik felaketlerden biridir. Şeriatçılar, ulusalcılar, faşistler; hepsi bu rejime ait ve bu rejimi savunan “farklı” kollardır.
Sağı, solu, yurtseveri, herkes “sayın” diye hitap ediyor. Nötr kalın, demeyin! Örneğin, devlet bahçeli’ye “faşist” veya “ırkçı” diye hitap etmeseniz de “sayın” diye de hitap etmeyin…
Gerçek barış, adaletle gelir
Faşist yapılar, savaş çığırtkanlığı yapan medya kuruluşları, ırkçı tetikçiler yargılanmadan gerçek barış gelmez. Bu bir intikam değil, insanlık sorumluluğudur. Ulusalcılar, savaşın devam etmesini isteyen batılı emperyalistlerin Ukrayna’da yaptığı gibi bu ülkede de barış sürecini sabote ediyor. Ama artık yeter. Korucuların çoban yapılması değil, halktan gasp ettikleri imtiyazların ellerinden alınması ve yargılanmaları gerekmektedir.
DEM Parti’nin 19 Mayıs’ta Pontus Soykırımı’na dair bir açıklama yapması beklenirdi. Barış, yalnızca bugünü değil, geçmişi de kapsayan bir adaletle mümkündür. Bayramlarla, nutuklarla, makyajlanmış tarihle yüzleşmeden barış sağlanamaz.
Susmadık, susmayacağız!
Bugün Türkiye’de sağ, sol, liberal ya da muhafazakâr görünümlü tüm düzen içi odaklar; “barış”ı sadece kendi iktidar hesaplarıyla sınırlı görüyor. Gerçek barış ise sömürgeciliğe karşı çıkmakla, halkların eşitliğini savunmakla, yüzleşmekle, hesap sormakla gelir. Ve bu mücadele, halkların, emekçilerin, kadınların, tüm ezilenlerin omzundadır.
Evet, kötülük devam ediyor. Ama bizler susmadık, susmayacağız. “Unutursak kalbimiz kurusun” diyorsak, o zaman sadece anmakla değil, hesap sormakla da yükümlüyüz.
Sömürgeciliğe lanet, halklara özgürlük!
Hüseyin Şenol – 28.05.2025