Suriye’de Alevi soykırımı ve Türk Devleti’nin Alevi düşmanlığı | Aziz Tunç
…soykırıma karşı mücadele, soykırımcıların birisine karşı değil hem HTŞ’ye karşı hem de Türk devletine karşı yürütülmek durumundadır. Yoksa önemli bir eksikliğe yol açacaktır…
Suriye’de aylardan beri bütün insanlığın gözleri önünde HTŞ ve diğer DAİŞ’çi çeteler tarafında korkunç bir Alevi soykırımı yapılıyor. Katliamlarla birlikte soykırımın uygulamaları olan tehcir uygulaması dayatılmakta, kadınlar ve çocuklar kaçırılmakta, evlere ve mal varlıklarına el konulmaktadır.
Her türlü vahşetin uygulandığı Alevi soykırımının yaşandığı koşullarda Türkiye ve Kürtdistan’dan da Alevi düşmanlığı güncellenmiş, bilumum Alevi düşmanları harekete geçmişlerdir. Bu kapsamda bir süre önce, Türk medyasının paçavralarından Yeni Şafak Gazetesi’nde sözde köşe yazarı İsmail Kılıçarslan adlı bir provokatör, “Suriye’de emperyalistlerin köpekliğini yapan, yapmaya da devam eden Nusayriler… dini inançları bakımından değil, emperyalizme yaptıkları köpekliğin bir sonucu olarak hala Suriye’de sivil insan öldürecek kadar alçak oldukları için gebertiliyorlar” “halbuki Nusayri teröristlerin, şebbiha köpeklerin Suriye’de an itibariyle yapmaya çalıştıkları şey, Suriye’de İsrail’e alan açmaya çalışmak. parayı da, silahı da İran’dan alıyorlar ve Suriye’nin nizam, düzen, istikrar bulmaması için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar.” diyor.
Devam eden günlerde, Türk Cumhurbaşkanı, Suriye’de yapılan Alevi soykırımının üstünü örtmeye çalışmış, bu amaçla Suriye’deki Alevileri “kışkırtılmış insanlar” olarak göstermiştir. Aynı Cumhurbaşkanı Alevi düşmanlığının bir başka versiyonunu devreye koymuştur. 19. Mart’ta CHP belediyelerine yapılan saldırıda ve bu saldırıya karşı gelişen kitle eylemlerinde, Saraçhane’de “tarihi mezar taşlarının kırıldığı”, “camide top oynandığı” gibi yalanını ileri sürerek Alevi düşmanlığını körüklemiştir.
İslami sembollere saldırıldığı iddiası, Alevilere yönelik bütün saldırıların değişmez ve Alevilerin katliamını sağlayan argümanıdır. Maraş’ta, Çorum’da, Madımak’ta ve daha bir çok saldırıda benzer argümanlara başvurulduğu bilinmektedir.
O nedenle Alevi halkı ve demokratik kamuoyu, katil ruhlu sözde gazetecinin düşmanca ifadelerinin de soykırımı gizlemek isteyen cumhurbaşkanının yalan ifadelerinin de yabancısı değildir. Bu ifadelerin benzerleri Maraş soykırımı döneminde, yine sözde gazeteciler ve devleti yönetenler tarafından dillendirilmiştir. O dönemin Alevi düşmanı gazetelerinden Tercüman Gazetesi’nde faşist gazeteci Ahmet Kabaklı, benzer ifadeler
kullanarak Maraş soykırımını haklı göstermeye çalışmıştı. Aynı şekilde dönemin jandarma genel komutanı Sedat Cilasun da Alevileri suçlu göstererek Maraş soykırımının üstünü örtmeye çalışmıştı. Ne Alevilere yönelik sözde gazetecilerin kin kusan, kışkırtıcı ifadeleri kişisel görüşleridir. Ne de Cumhurbaşkanının İslami sembollere saldırıldığına dair yalanları yenidir.
Bütün bu yaklaşımlar, Türk devletinin sistemli olarak sürdürülen stratejik Alevi düşmanlığı politikasının sonucudur.
Bilindiği gibi, Türk devletinin Alevi düşmanlığı politikası, Osmanlı devletinden devralınmış ve 1920’de Koçgiri’den, 1937- 1938’de Dersim’de soykırımlarla, daha sonra yoğun bir asimilasyonla ve yine 1978’den sonra tekrar devreye konulan soykırım uygulamalarıyla devam etmiştir.
Bu dönem Alevilere yapılan soykırımların ve düşmanlığın şöyle bir amaç taşıdığı anlaşılmaktadır. Buna göre Alevi toplumunun, kolu- kanadı kırılmak ve asimilasyona itiraz edemeyen hale getirilmek istenmiştir. Böylece Alevilerin Kemalist “laikliği” koruması ve bunun için o dönem tehlike olarak kabul edilen şeriatçı İslam’a karşı bariyer görevi görmesi sağlanmış olunacaktı.
Ancak Türk devletinin Alevileri yeniden şekillendirmeyi amaçlayan bu politikası, 2002’de Erdoğan’ın temsil ettiği siyasal İslam anlayışının devlete hâkim olmasıyla birlikte önemli bir değişiklik geçirmiştir. Bu siyasal İslam politikasının varlık nedeni radikal İslam’ı yani şeriatı, egemen kılmaktı. Bu durumda şeriat tehlike olmaktan çıkmıştır.
Dolayısıyla asimile edilmiş olsalar bile, şeriatı önlemesi için varlıklarına tahammül edilen Aleviler, şeriatçıların iktidarında, zaten dinsiz ve katli vacip kabul edildikleri için top yekûn yok edilmesi gereken bir toplum olarak tanımlanmışlardır.
Ancak Türk devleti, bütün fırsat ve imkânları kullanarak Alevi toplumunu yönelik ciddi saldırılar yapmış olsa da Kürt sorununun basıncından kurtulamadığı için, Alevileri yok etme politikalarını güçlü biçimde hayata geçirememiştir.
Türk devletinin Alevilere saldırmak için tetikte beklediği bu koşullarda Suriye’de bilinen gelişmeler yaşandı. Durumu fırsata çeviren Türk devleti, eğitip donattığı HTŞ ve kendisine bağlı DAİŞ’çi çeteleri harekete geçirmiştir. Böylece Suriye Alevi soykırımının kararlaştırılmasında, planlanmasında ve pratik olarak uygulanmasında doğrudan yer almış ve bu soykırımcı rolünü sürdürmektedir.
Suriye Alevi soykırımı, bütün bölge halklarını ilgilendirdiği gibi, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk halklarını ve yönetimini de ilgilendirmiştir. Rojava Özerk yönetimi, en başından beri soykırıma karşı Alevilerden yana tutum aldığını defalarca ortaya koymuştur. Soykırımın en yoğun yaşandığı günlerde HTŞ ile yapılan 10. Mart anlaşmasının soykırımı önleme şartıyla yapıldığı açıklanmıştı.
Buna rağmen söz konusu anlaşma, bağlamından ve gerçeğinden kopartılarak, HTŞ’ye karşı mücadele adına Türk devletini aklayan, sorunlu değerlendirmeler yapılmıştır. Bu türden değerlendirmeler, hakkaniyetli olmadığı gibi Alevi toplumuna da demokrasi mücadelesine de hiçbir katkı sunmamaktadır.
Halbuki Suriye Alevi soykırımının, yapısal olarak soykırımcı olan HTŞ ve bağlı DAİŞ’çi çeteler ile Türk devleti tarafından kararlaştırılıp, planlandığı ve gerçekleştirildiği, ilgili herkes tarafından net olarak bilince çıkartılmıştır. Alevi soykırımına karşı doğru bir tutum, bu gerçeğe bağlı kalınarak sağlanabilir. Çünkü soykırıma karşı mücadele, soykırımcıların birisine karşı değil hem HTŞ’ye karşı hem de Türk devletine karşı yürütülmek durumundadır. Yoksa önemli bir eksikliğe yol açacaktır.
Bugün Suriye’de, Türkiye’de, Kürdistan’da, Irak’ta, İran’da, Balkanlar’da, Kıbrıs’ta ve yaşadıkları her yerde Aleviler, bu tür yapay ayrımlarla zaman ve enerji kaybetmeyeceklerdir. Aleviler, en önce Suriye’deki soykırımı durdurmanın yollarını bulmaya, aynı zamanda soykırımcı devletlere karşı ortak bir mücadele örgütlemeye yöneleceklerdir. Tarihin yoksul ve ilerici Alevi toplumunun önüne koyduğu günün görevi budur.
Aziz Tunç – 08.04.2025