Forum

Published on Mayıs 6th, 2025

0

TKP’nin “kurulu nizam” savunusu, cumhuriyet, bayrak ve yurtseverlik anlayışı | Halil Gündoğan


TKP Genel Sekreteri sıfatıyla Kemal Okuyan’ın savunusunu yaptığı ilginç birtakım görüşleri var. Bu görüşler bir burjuva veya küçük burjuva aydın veya siyasetçi tarafından dillendiriliyor olsa, kuşkusuz ki itiraz etme gereği oluşmazdı. Fakat K. Okuyan bunları komünistlerin sahip olması gereken doğru görüş ve düşünceler olarak ileri sürüyor. Böyle olunca da itiraz etmek kaçınılmaz bir gereklilik oluyor. Çünkü bu düşünceler komünist perspektifin değil; ancak ki basbayağısından ulusalcı burjuva ve küçük burjuva seçkin aydın zümre perspektifinin siyasal düşünce ve yorumları olabilir. Dolayısıyla da komünizmin ilke ve temel doğrultusunu bulanıklaştıran, onları burjuva dünya görüşünün argümanlarına uyarlı hale getiren ve dolayısıyla da sınıf işbirlikçiliğinin argümanlarına dönüştüren bu türden tutum ve yaklaşımlara karşı eleştirel bir tavır almak şart ve bu bir sorumluluk gereğidir. Aksi takdirde kitlelere komünist düşünce adına, basbayağısından burjuva-küçük burjuva düşüncelerin empoze edilmesine seyirci kalınacaktır.

K. Okuyan gerek “cumhuriyet bizim mücadelemizdir” başlığı altında Türkiye Cumhuriyeti’ni sahiplenip savunmasıyla, gerek; yeni kargaşalara ve belirsizliklere yol açar gerekçesiyle, mevcut devlet sınırlarının itinayla korunmasını öngören tutumuyla, gerek; solcuların T.C Devleti’nin simgesi olan bayrağı benimsememe tutumuna getirdiği eleştirisiyle ve gerekse; esası, mevcut sınırlar üzerinde kurulu Türkiye Cumhuriyeti’nin “bölünmez bütünlüğünün” savunulmasına indirgenmiş “yurt severlik” anlayışıyla; aleni bir şekilde komünist perspektifin dışındadır. (*)

Cumhuriyet savunusu

K. Okuyan, sırf “cumhuriyet” kavramının, “siyasi gücün halk ve temsilcileri tarafından paylaşıldığı bir devlet yönetim biçimini” ifade ediyor olmasını baz alarak; niteliğine bakmaksızın cumhuriyetin her halükârda sahiplenilip savunulması ve de korunması gerektiğini ileri sürüyor. Bu anlayışla, Kemalistler önderliğinde kurulmuş olan Cumhuriyetin de komünistlerin sahiplenmesi gereken “tarihi mirasımız” olduğunu ileri sürüyor. Mantık oldukça da basit şekilleniyor: Nihayetinde bizim kuracağımız devletin yönetim biçimi de cumhuriyet olacaktır…

Yani K. Okuyan’a göre cumhuriyetin hangi sınıf ve ideolojinin ve keza hangi siyasi projenin bir yönetim biçimi olduğunun bir önemin bulunmuyor. Yeter ki adı “cumhuriyet” ve bunun gereklerinden olan parlamenter seçimler uygulanıyor olsun. Oysa kurulmuş olan cumhuriyet örneklerinin ekseri çoğunluğunda siyasi güç hiç de doğrudan halkta veya temsilcilerinde değil; bir avuç azınlığın tekelindedir. Ya da çok daha çarpıcı olarak örneğin şerri hukukun geçerli olduğu mollalar yönetimindeki İran’ın resmi adı da İslam Cumhuriyeti’dir. Bu durumun kendisi, o yönetim biçiminin gerçek bir cumhuriyet olmayıp, isimden ibaret olduğunun doğrudan kanıtı olmaz mı? Aksi taktirde demek olur ki sosyalist cumhuriyet kurmayı hedefleyen TKP, aslında siyasi gücün halkta veya temsilcilerinde olduğu bir cumhuriyeti yıkıp, yerine yine siyasi gücün doğrudan halkta veya temsilcilerinde olduğu bir yönetim biçimi kurmak gibi, saçma sapan bir şey yapmak istiyor.

Elbette monarşinin yıkılıp yerine cumhuriyet rejiminin benimsenmesinin, tarihi olarak ileriye doğru atılmış bir adım olarak değerlendirilmesinde bir yanlışlık yok. Yanlışlık, kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hiç de cumhuriyet ilkelerinin ön gördüğü bir sistem olmadığı halde, bunun cumhuriyet olarak savunulup sahiplenilmesindedir. Bilindiği üzere 1924 Anayasasıyla birlikte kelimenin gerçek anlamıyla en başta, milliyeti ve inancına bakmaksızın tüm emekçiler ve keza Türk milleti dışındaki tüm diğer millet ve milli azınlıklar ve keza inançlar üzerinde azgın bir diktatörlük olarak kurulmuştur. Dolayısıyla da cumhuriyete karakterini veren de bu yönetim biçimi olmuştur. Keza şu tarihsel olgu es geçilerek bu cumhuriyetin karakteri değerlendirilemez: Kemalistlerin başlıca görevlerinden biri de o tarihi koşullarda güçlü zemini bulunan demokratik bir halk cumhuriyeti veya daha özgün olarak, bir işçi-köylü cumhuriyetinin kurulması olasılığını bertaraf etmek olmuştur. Mustafa Suphiler bu yüzden hunharca katledilmişlerdir örneğin. Ya da “Yeşil Ordu” ve Çerkez Ethem bu yüzden ilk fırsatta tasfiye edilmek istenmiştir vs. vs.

Mevcut “resmi” sınırlar savunusu

Komünistler, henüz “tarihi bir haksızlık” olarak addedilmemiş, bilakis günün sorunu olarak varlığını koruyan işgal ve ilhak sorunlarına duyarsız kalamayacakları gibi; bu işgal ve ilhaklar ile oluşturulmuş ülkelerin “resmi sınırlarını” da meşru görmez, göremezler. Yani hiç, ama hiçbir gerekçeyle başka ulusların topraklarının işgal ve ilhakı ile oluşturulmuş günümüz ülkelerinin sınırlarının korunması savunusu yapamazlar. Hele ki bunu, “sınırları değiştirme istem ve girişimleri savaş vesilesi olur” savunusuyla hiç yapamazlar. Çünkü bu, haklı ve haksız ayrımı yapmadan top yekûn karşı çıkılabilecek bir durum değildir. Evet, elbette emperyalistlerin yeni pazar paylaşımları vesilesiyle sınırları yeniden düzenleyerek yeni haritalar oluşturmalarına karşı durulmalı. Ama aynı kararlılıkla mevcut sınırların, özellikle de Orta ve Yakın Doğu’da bizzat yine daha önceki emperyalist paylaşım savaşlarının ürünü olduğunu ve dolayısıyla da meşru olmadığını da kabul ederler. Bu anlamda da işgal ve ilhaklara karşı kendi ulusal topraklarının sahibi olmak isteyen ulusların bu taleplerini meşru görür ve desteklerler. Örneğin bugün emperyalist bir yeniden paylaşım projesi olarak Büyük Orta Doğu Projesi’ne karşı çıkmak, tabii ki doğrudur. Fakat aynı şekilde emperyalistlerin bu parçalama ve yeniden düzenleme projesini mevcut çok uluslu devletler üzerinde uygulayacak olmasını, elverişli koşullar olarak değerlendirecek olan, örneğin Kürtlerin, kendi yurtlarını Türkiye, Suriye, Irak ve İran’ın işgal ve ilhakından kurtarıp bağımsızlaştırmaları da kayıtsız koşulsuz olarak desteklenmesi gereken bir başka doğrudur. Ya da Filistinlilerin, İran’da ki Azerilerin vb. durumda olan halkların kendi ulusal topraklarını talep ederek, ayrılma haklarını kullanmak istemeleri, ya da zor ve soykırımla yüzlerce yıllık yurtlarından edilen Ermeni ve Pontuslar başta olmak üzere, aynı akıbete uğrayan diğer Anadolu, Mezopotamya ve Trakya halklarının da yurtlarına geri dönme talepleri onların en meşru hakları olarak desteklenmek durumundadır.

Aksi takdirde komünistler olarak, işgalci-ilhakçı egemen ulusun destekçisi sosyal şovenler durumuna düşülmüş olur ki bunun haklı hiçbir gerekçesi olamayacağı gibi, savunusu da yapılamaz. Ama maalesef K. Okuyan, TKP Genel Sekreteri sıfatıyla, partisi adına bunu yapabiliyor.

Bayrak savunusu    

Cumhuriyet savunusu yaklaşımında ki o soyut mantık, benzeri şekilde, bayrak savunusunda da tekrar ediliyor: “Anlayamıyorum” diyor, “kendisine komünist ve sosyalistim diyenlerin bu ülkenin bayrağına olan alerjilerini… İnsan ülkesini nasıl sevmez? O bayrak, o ülke üzerinde yaşayan halkın bayrağıdır. Ülkesini seven bayrağını da sever. Aslında devrimci sol cenahtaki bu bayrak ve milli marş anti patisi, 12 Eylül rejiminin eseridir. Bu semboller birer işkence unsuru olarak kullanıldı ve dolayısıyla da travmatik bir reaksiyonuna sebep oldu” mealinde de bir gerekçelendirme yapıyor. (*)

Oysa komünistler tüm sorunlar gibi bayrak, milli marş, resmi bayramlar, devlet vb. tüm bu sorunları da sınıfsal perspektifle ele alır. Ama kendisini komünist addeden TKP ve Genel Sekreteri K. Okuyan galiba bir istisna olarak bundan muaf olma ayrıcalığına sahip.

Sınıfsal perspektifle ve ama elbette ki işçi sınıfının dünya görüşü perspektifiyle bakıyor olsaydılar; kapitalist bir sistemde ve keza farklı ulusları tahakkümü altında tutan, tek dil, tek bayrak, tek vatan ve tek devlet dayatmasında bulunan asimilasyoncu bir ulus devlette bayrağın sadece bayrak ve o ülke üzerinde yaşayan herkesin gönüllü ortak sembol ve kutsal değeri olamayacağını bilir. Bilir ki o bayrak egemen ulusun ülkesi ve devletinin sembolü olarak, ezilen bağımlı uluslara ve azınlıklara dayatılan bir zorbalık ve biat ettirme sembolüdür. 12 Eylül’de yapılan da tam olarak budur. Başta Kürt ulusu mensupları olmak üzere diğer azınlıklara mensup insanlara ve bu devleti yıkma mücadelesi yürüten komünistlere ve sol devrimcilere bir boyun eğdirme, iradesini teslim alarak biat ettirme enstrümanı olarak kullanılmıştır. Yani bu fevri veya spontane bir uygulama değil; egemen ulus ve sınıfların bilinçli ve sistematik bir yönetme ve asimile politikasıdır. Nitekim aynı şeyler benzer şekillerde okullarda, kışla ve camilerde de ta kuruluş sürecinden itibaren yapılmak şeylerdir.

Bayrak, tıpkı devlet ve ülke gibi, esasen egemen sınıflara ve egemen ulusa ait olup, onların egemenlik ve sahiplik sembolüdür. Dolayısıyla da komünistlik adına kimse kalkıp da sınıf bilinçli bir işçi ve emekçiden, bir sosyalist ve komünistten, bir Kürt, Ermeni veya Rum’dan, bir ateist, Kızılbaş, Hıristiyan ve Yahudi’den o bayrağı sahiplenmesini isteyemez. Bunu tutarlı bir demokrat veya burjuva liberali bile yapamaz. Bunu ancak ki egemen ulus ve egemen sınıf mensubu ırkçı-milliyetçi ve faşistler, ya da bunlara hizmeti “kutsal görev” addeden “kendini bilmez” tayfalar yapar veya yapılmasını ister. (Bu sorun daha önce bir başka makalede de işlenmiş olduğundan, çok da fazla uzatmaya gerek yok aslında.) (**)

Yurtseverlik savunusu

“İnsan ülkesini sevmez mi ya?” diyor TKP Genel Sekreteri. “Elbette ki bizler yurtseveriz” (*) diyerek de bu vurguyu perçinliyor. Oysa sorulsa, TKP, ikirciksiz bir kararlılıkla, Leninist olduğunu söyleyecektir. Ve fakat ilginçtir Lenin, vatanın egemen sınıf olarak burjuvazinin ve de egemen ulusun vatanı olduğu koşullarda komünistlerin vatansever olamayacaklarını savunur: “Biz ancak iktidar proletarya tarafından ele geçirildikten sonra, barış teklifinden sonra, gizli anlaşmaları yırttıktan ve bankalarla bağları kopardıktan sonra, ancak bundan sonra anavatan savunucusu olacağız. Ne Riga’nın işgal edilmesi ne de Petrograd’ın işgal edilmesi bizi anavatan savunucusu yapmayacak. O zamana kadar biz proleter devrimden yanayız, savaşa karşıyız, anavatan savunucusu değiliz.” Der. (***)

Kim komünist burada, Lenin mi TKP Genel Sekreteri K. Okuyan mı? K. Okuyan’ın egemen ulusun ülkesinin bölünmez bütünlüğünü savunması da bu ülke ve devleti temsil eden bayrağa olan sevgisi de faşist diktatörlük karakteri kazanmış cumhuriyeti sahiplenmesi de hep işte bu anti Leninist burjuva yurtseverlik anlayışı ve sınıfsal perspektifinden ötürüdür. Öz gerçeklik bu olunca da partinin isminin komünist olması veya “biz komünistiz” demenin kimseyi komünist yapmaya yetmeyeceği, kendiliğinden anlaşılır olmaz mı? Bu öylesine bariz ve yalındır ki ırkçı faşist, işgal ve ilhakçı Türk Devleti’nin, Kürdistan’ın ulusal kurtuluşu için mücadele yürüten gerilla güçlerine karşı gerçekleştirdiği “sınır ötesi operasyonda” ölen askerler için taziyede bulunurken; legal Kürt siyasi oluşumlarıyla ittifak içinde olan demokrat ve sol-sosyalist oluşumlarla seçim ittifakı dahi kurmayacağını veya taktik güç birliğinde bulunmayacağını dahi söyleyebiliyor. Bu bir bakıma, sosyal şovenliğin de ötesinde, bariz olarak ırkçı-milliyetçi bir boyut da arz eder.

(*) (https://www.youtube.com/watch?v=MBtcb_M6cu8 )

(**) (https://halilgundogan.blogspot.com/2024/08/turkiye-ve-k-kurdistanli-solculara.html )

(***) (Lenin Seçme Eserler. C:6, Sf.213)


Seçtiklerimiz: Halil Gündoğan – 06.05.2025

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑