Makaleler

Published on Ekim 23rd, 2024

0

Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı üzerine | Cihan Yıldız


Ezilen bir ulus, ancak özgür şartlarda istediği biçimde kendi kaderini tayin edebilir. Özgür şartlar, ulusal baskının son bulduğu şartlardır.

Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin (RSDİP), İkinci Parti Kongresinde kabul edilen (1903) parti programı, Çarlık Rusya’sında, ulusal baskı altında tutulan, hiçbir ulusal hakka sahip olmayan ezilen uluslara, “devlet içindeki tüm ulusların kendi kaderini tayin hakkını tanımayı” garanti altına alıyordu. Çarlık Rusya’sı bir halklar hapishanesiydi. Rusya’da ulusal sorun SBKP(B) Tarihi Kısa Ders’te kısaca şöyle aktarılmaktadır:

“Çarlık Rusya’sının çok sayıdaki Rus olmayan milliyetleri her türlü haktan tamamen yoksundu ve durmadan akla gelebilecek her türlü hakaret ve aşağılanmalara maruz bırakılıyorlardı. Çarlık Hükümeti, Rus nüfusa, milli bölgelerin yerli halklarını aşağı bir ırk olarak görmeyi öğretmeye çalışıyor, bu halklara resmen inorodisi (yabancı kökenliler) adını veriyor, onlara karşı nefreti ve aşağılamayı kışkırtıyordu. Çarlık Hükümeti kasten ulusal düşmanlığı körüklüyor, bir halkı diğerinin üstüne saldırtıyor, Yahudi pogromları, Kafkasya’da Tatar-Ermeni katliamları tezgâhlıyordu.” (“Eserler Cilt 15”, Stalin, s. 19, İnter Yayınları, Aralık 1990, İstanbul)

Rusya’da Bolşevikler; siyasal sahneye çıkmalarından itibaren, ulusal sorunda tutarlı görüşler savundular. Yanlış görüşlere karşı, doğru görüşlerin mücadelesini yürüttüler. Ekim Devrimi’nden sonra da, ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesine sadık kaldılar. Ayrılma yönünde kendi kaderini tayin eden Finlandiya’nın ayrılma kararını tanıdılar. Federasyon, özerklik vb. temelinde, kendi kaderini belirleyen uluslar, bütünün çerçevesinde kalarak, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni kurdular. Bolşevikler, kendi kaderlerini tayin hakkından, her zaman ayrılma hakkını, ayrılıp ayrı devlet kurma hakkını anladılar. Kendi kaderini tayin hakkını, özerklik hakkı olarak daraltan, yanlış görüşlere karşı mücadele yürüttüler. II. Enternasyonal dönekleri, oportünistler tarafından ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesi genellikle yanlış yorumlanarak, ulusların kendi kaderini tayin hakkının içeriği sadece özerklik hakkı biçiminde daraltılıyordu.

“Hatta II. Enternasyonal’in bazı önderleri, kendi kaderini tayin hakkını kültürel özerklik hakkına; yani tüm siyasi iktidar hâkim ulusun elinde bırakılırken, ezilen ulusların kendi kültürel kuruluşlarına sahip olma hakkına indirgeyecek kadar işi ileri götürdüler.” (“Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu, 6. Defter”, s. 8, İnter Yayınları, Mart 1990, İstanbul)

Kendi kaderini tayin hakkının, ayrılıp ayrı devlet kurma hakkı dışında, sadece kültürel özerklik hakkına indirgenmesi, ilhaklara karşı, mücadelenin zayıflatılması, yer yer ilhakların haklı gösterilmesi anlamına geliyordu.

“Leninizm, kendi kaderini tayin kavramını, bağımlı ülkelerin ve sömürgelerin ezilen halklarının tamamen ayrılma hakkı, ulusların bağımsız devlet varlığı hakkı olarak yorumlayarak bu kavramı genişletmiştir. Böylelikle kendi kaderini tayin hakkı kavramını özerklik hakkı olarak yorumlayarak ilhakları haklı gösterme olanağı dıştalanmıştır.” (Age., s. 8-9)

Leninizm, ulusların kendi kaderini tayin hakkının, sadece ezilen ulusların, ayrılıp ayrı devletlerini kurma hakkı anlamına geldiğini tanıtlayarak, bu alanda da II. Enternasyonal oportünizminin egemenliğine son vermiştir. Kendi kaderini tayin hakkının yanlış yorumlanması, yanlış yoruma açık olması, Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra, Bolşevikleri parti programının bu maddesini değiştirmeye götürmüştür.

“Çoğu kez yanlış yorumlara yol açan kendi kaderini tayin yerine gayet tam bir kavram koyuyorum: “Özgürce ayrılma hakkı”. (Parti Programının Revizyonundan, “Ulusal ve Sömürgesel Ulusal Sorun Üzerine”, Lenin, s. 519, İnter Yayınları, Aralık 1998, İstanbul)

Lenin, Parti Programının 9. maddesinde yar alan ve “çoğu kez yanlış yorumlara yol açan kendi kaderini tayin hakkı yerine” daha açık, daha tam bir kavram olan “özgürce ayrılma hakkı’nın geçirilmesini önermektedir. Lenin’in bu önerisi doğrultusunda, diğer bazı noktalar yanında, yeni Parti Programı kabul edilmiştir. Bugün kendi kaderini tayin hakkı kavramının emperyalist burjuvazi tarafından iyice saptırılarak kullanıldığı bir ortamda, bu kavramın yerine ayrılma hakkının kullanılması çok daha önemlidir. Programatik belgelerde, propaganda ve ajitasyonda kural olarak kendi kaderini tayin hakkı yerine ayrılma hakkının kullanılması doğru olacaktır.

Kendi kaderini tayin hakkının kimi biçimleri

“Kendi kaderini tayin hakkı şu anlama gelir: Kendi kaderine ancak ulusun kendisi karar verme hakkına sahiptir; bir ulusun yaşamına zorla karışmaya, o ulusun okullarını ve diğer kurumlarını yok etmeye onun töre ve geleneklerini yıkmaya, kendi dilini kullanmasına zorla engellemeye, onun haklarını daraltmaya hiç kimsenin hakkı yoktur.

(…) Kendi kaderini tayin hakkı demek, ulusun istediği biçimde örgütlenmesi demektir. Ulus, özerklik ilkelerine göre yaşamını kurma hakkına sahiptir. Ulus, başka uluslarla federatif ilişkilere geçme hakkına sahiptir. Ulus, tamamen ayrılma hakkına da sahiptir. Ulus egemendir ve bütün uluslar eşit haklara sahiptir.” (“Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu, 6. Defter”, s. 32, İnter Yayınları, Mart 1990, İstanbul)

Ezilen ulusun kendi kaderini istediği biçimde tayin edebilmesi için, içinde bulunduğu koşulların buna uygun olması gerekir.

Ezilen bir ulus, ancak özgür şartlarda istediği biçimde kendi kaderini tayin edebilir. Özgür şartlar, ulusal baskının son bulması, zoraki birliğin ortadan kalkması, ezilen ulusun tüm haklarına sahip olması gereken ortam, iradesini özgürce kullanabileceği ortam demektir.

Ulusal baskının değişik biçimlerde sürdüğü ortam, özgür bir ortam değildir. Ulusal baskının değişik biçimlerde sürdüğü ortamda, ezilen ulus kendi kaderini özgürce tayin edemez.

Ulusal baskının ortadan kaldırıldığı, ezilen ulusa tüm ulusal haklarının tanındığı bir ortamda, ezilen ulus kendi kaderini, bir referandum ile istediği biçimde tayin edebilir.

“Sermaye egemen olduğu sürece, üretim araçlarında özel mülkiyet sürdükçe ve sınıflar var oldukça, ulusların eşitliği güvencelenemez; sermayenin iktidarı sürdükçe ve üretim araçlarına sahip olmak için savaşıldıkça, ulusların eşitliği ve ulusların emekçilerinin işbirliği sağlanamaz.” (Age., s. 47)

Ulusal baskının ortadan kaldırılması, ulusal eşitsizliklerin yok edilmesi, her ulusun kendi kaderini özgürce tayin edebilmesi için, sermayenin egemenliğine işçi sınıfı önderliğindeki devrimlerle son verilmesi gerekir.

Ezilen ulus istediği biçimde yaşama hakkına sahiptir. Ulus ayrı devlet kurma hakkına sahiptir. Ulus özerk şekilde yaşama hakkına sahiptir. Ulus başka uluslarla federatif temelde yaşama hakkına sahiptir. Hangi temelde yaşayacağına ulusun kendisi karar verecektir.

Kendi kaderini tayin hakkı ve kendi kaderini tayın etme

Kendi kaderini tayin hakkı ile kendi kaderini tayin etme, ayrı iki şeydir. Bu konuda Stalin yoldaş şu tavrı takınıyor:

“Elbette bu, sosyal demokrasinin, bir ulusun her talebini destekleyeceği anlamına gelmez. Bir ulus eski düzene dönme hakkına bile sahiptir, fakat bu, sosyal-demokrasinin söz konusu ulusun şu ya da bu kurumunun bu tür bir kararını onaylayacağı anlamına gelmez. Proletaryanın çıkarlarını savunan sosyal-demokrasinin yükümlülükleri ile çeşitli sınıflardan bileşen bir ulusun hakları iki farklı şeydir.” (Age., s. 32)

Ulus istediği her biçimde yaşama hakkına sahiptir. Fakat komünistlerin ulusun yaşamak istediği her biçimi destekleme yükümlülükleri yoktur. Komünistler ulusun yaşamak istediği biçime, proletaryanın genel çıkarları açısından bakar, ulusun yaşamak istediği biçim, proletaryanın genel çıkarlarına uygun ise, ulusun kendi istediği yaşama biçimini desteklerler. Ulusun yaşamak istediği biçim, proletaryanın genel çıkarlarına uygun değil, zararlı ise, ulusun yaşama biçimi komünistler tarafından desteklenmez. Desteklememek fakat bunu reddetmek, ayrılmaya karşı şiddet kullanarak bunu bastırmak vb. anlamına da gelmez. Bu anlamda kendi kaderini tayin hakkı, ayrı bir şey, kendi kaderini tayin etme ayrı şeydir.

Proletaryanın genel çıkarlarını savunan komünistlerin görevleri ile çeşitli sınıflardan oluşan ulusun hakları iki farklı şeydir. Bu iki nokta birbirine karıştırılmamalıdır. Bu konuda Lenin de şu tavrı takınmaktadır:

“Ulusların kendi kaderini tayin (yani ayrılma sorununun çözümünün devletin anayasası tarafından tamamen özgür ve demokratik tarzda garanti edilmesi) hakkı sorununu, şu ya da bu ulusun ayrılmasının amaca uygun olup olmadığı sorunuyla karıştırılması caiz değildir. Sosyal-Demokrat Parti bu sorunu tek tek her durumda, tamamen bağımsız olarak, tüm toplumsal gelişmenin çıkarları ve proletaryanın sosyalizm uğruna sınıf mücadelesinin çıkarları bakış açısından kararlaştırmak zorundadır.” (“Ulusal ve Sömürgesel Ulusal Sorun Üzerine”, Lenin, s. 115, İnter Yayınları, Aralık 1998, İstanbul)

Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını, Sosyal-Demokratlar (komünistler) her durumda, tüm toplumsal gelişmenin çıkarları ve proletaryanın sosyalizm uğruna sınıf mücadelesinin çıkarları bakış açısından tavır takınıp, değerlendirirler. Ayrılma mı? Bütünün çerçevesi içinde kalmak mı? sorularına cevap; sınıf mücadelesinin içerisinde bulunduğu konum, sınıf mücadelesini ilerletip ilerletmeme, proletaryanın genel çıkarları açısından her somutta değerlendirilmek, tavır takınılmak zorundadır.

Bir örnek Finlandiya

Ekim Devrimi’nden sonra, Finlandiya yapılan bir referandum sonucu kendi kaderini ayrılma yönünde kullanmıştır.

“Finlandiya’ya bakın: demokratik, bizden daha gelişmiş, kültürel seviyesi daha yüksek bir ülke. Orada proletaryanın kristalizasyonu, ayrışması süreci gerçekleşiyor; bu süreç orada son derece kendine özgü, bizden daha sancılı bir seyir izliyor. Finlandiyalılar Almanya’nın diktatörlüğünü tattılar, şimdi Antant’ın diktatörlüğünden geçiyorlar ve bizim ulusların kendi kaderini tayin hakkını tanımamız gerçeği sayesinde orada ayrışma süreci kolaylaştı. Orada cellat rolü oynayan Finlandiya burjuvazisinin temsilcisi Svinhufvud’a Rusça “domuzbaş” demektir. Smolni’de belgeyi nasıl teslim ettiğimi çok iyi anımsıyorum. Svinhufvud elimi nazikçe sıkmış, birbirimize karşılıklı iltifatlar yapmıştık. Ne kadar nahoştu! Fakat bunu yapmak zorundaydık, çünkü bu burjuvazi o zaman halkı, emekçi kitleleri Moskofların, şovenistlerin, Büyük Rusların Finlandiyalıları boğmak istediğini anlatarak aldatıyordu. Yani bunu yapmak zorundaydık.” (Age., s. 539)

Bolşevikler; Finlandiya’nın ayrılmasını doğru bulmamalarına rağmen, bu ayrılmayı zor yolu ile de engellemediler. Finlandiya’nın ayrılmasını zor yolu ile engellemiş olsalardı, Çarlık Rusya’sından bir farkları kalmayacaktı.

Finlandiya; komünistlerin çok uluslu bir ülkede devrimden sonra, bütünün çerçevesi içinde kalmak istemeyen, kendi kaderini tayin hakkını, ayrılma yönünde kullanan, bu ayrılma komünistler tarafından doğru bulunmamasına rağmen, yine de ayrılığın tanınmak zorunda kalındığı duruma iyi bir örnektir.

“Oysa biz ayrılmayı hiç istemiyoruz. Biz mümkün olduğunca büyük bir devlet, Büyük Ruslara komşu olarak yaşayan mümkün olduğunca çok sayıda ulusun mümkün olduğunca sıkı birliğini istiyoruz; bunu, demokrasi ve sosyalizmin çıkarları için, çeşitli uluslardan mümkün olduğunca çok sayıda emekçiyi proletaryanın mücadelesine çekmenin çıkarları için istiyoruz. Devrimci-proleter bir birlik, birleşme istiyoruz, parçalanma değil. Fakat biz devrimci bir birleşme istiyoruz. (…) Biz özgür bir birleşme istiyoruz. Ve bu nedenle ayrılma özgürlüğünü tanımakla yükümlüyüz (ayrılma özgürlüğü olmadan birleşme özgür olarak nitelenemez).” (Age., s. 520)

Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı savunulmasına rağmen, istek ayrılma yönünde değil, devrimci proleter birlik etrafında birleşmektir. Emperyalist saldırılara, ablukaya karşı, sosyalizmin inşası için, birlikte davranmak, bir bütünün içerisinde olmak, genel çıkarlar açısından en doğrusudur…


Cihan Yıldız – 23.10.2024

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑